TVF sitesinde halen şunlar yazıyor:
“Türkiye Varlık Fonu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı olarak çalışacaktır. Varlık Fonu’nun stratejisi, yatırım planları ve programları orta ve uzun vadeli olarak, Bakanlar Kurulu’nun onayına tabidir.”
Artık Türkiye’de Başbakanlık yok. Bakanlar Kurulu da yok. Uyum yasalarına benzetilmek suretiyle her gün kararnameler çıkartılıyor. 200 milyar dolarlık bir portföye ulaşması hedefiyle kurulan (Nihat Zeybekçi 300 milyar doları da telaffuz etmişti!), kamu bankaları ve şirketler yanı sıra çeşitli gayrimenkullerin sahibi kılınmış, hırsı büyük kendi bodur kalmış TVF de Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Ancak ne zaman faaliyete geçeceği ve kimin tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin varlıklarının yönetildiği aslında henüz doğru düzgün bilinmiyor.
‘FAKAT SONRA DÖNÜŞ OLMADI…’
Sayıştay Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Devlet İhale Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, özelleştirmeye ilişkin yasalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan kısıtlamalardan muaf bir varlık, Varlık Fonu. Tuhaf bir varlık, kısacası. Strateji planı 1 yıl boyunca rafta bekletilen sonra kendisini denetleyecek ve gözetleyecek Başbakanlık gibi birimler ortadan kalktıktan sonra, adına portföyünü yönetmek için kurulan şirketi faaliyete geçmemiş, aslında ortada bırakılmış bir “fon”.
TVF Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oral Erdoğan, geçtiğimiz hafta katıldığı bir programda Fon’un henüz bir faaliyetinin bulunmadığını şu cümlelerle açıklıyor:
“Ağustos 2016’da çıkan ilgili kanunun 2. Maddesinde [aslında o, 3. Madde, y.n.] ‘Stratejik plan onaylandıktan sonra bu faaliyetleri yerine getirir’ ifadesi vardı. O stratejik plan 10 Ağustos 2017’de Bakanlar Kurulu’na onaylanmak üzere gönderildi. Fakat sonra dönüş olmadı…”
Türünün bütün kötü özelliklerini bünyesinde barındıran bir kurum olarak TVF ve onun portföy yönetim şirketi, ekstra kaynağı olmayan, tasarruf fazlası bulunmayan, doğal kaynaklardan yüksek gelir elde etmeyen (hatta açık veren) bir ülkede niye kuruldu sorusunun cevabı verilemiyorken, yeni bir soru daha var: neden bir yıldır dönüş olmadı? AKP’deki klikler arasındaki kavgalara ilişkin rivayet muhtelif, ama sonuç baki.
BİRİKEN SORULAR
TVF ile hedeflenenler aslında oldukça açıktı. Eski Ekonomi Bakanı’nın “Bütün gayrimenkul ve taşınmazları tek tek kâğıda çevireceğiz.” ifadesinde özlü şeklini bulan bir finansallaştırma hamlesi TVF. Benim devletin finansallaşması olarak nitelediğim genel dönüşümün bir parçası. Süreç, sadece devletin temel politika yöneliminin finansal piyasa standartlarına göre biçimlendirilmesini değil, ayrıca devletin gelir ve istihdam yaratma araçlarının da finansal piyasa dolayımından geçmesini, devletin varlıklarından elde edeceği gelirin kapitalizasyonunun sağlanmasını öngörüyor.
“Türkiye Varlık Fonu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı olarak çalışacaktır. Varlık Fonu’nun stratejisi, yatırım planları ve programları orta ve uzun vadeli olarak, Bakanlar Kurulu’nun onayına tabidir.”
Artık Türkiye’de Başbakanlık yok. Bakanlar Kurulu da yok. Uyum yasalarına benzetilmek suretiyle her gün kararnameler çıkartılıyor. 200 milyar dolarlık bir portföye ulaşması hedefiyle kurulan (Nihat Zeybekçi 300 milyar doları da telaffuz etmişti!), kamu bankaları ve şirketler yanı sıra çeşitli gayrimenkullerin sahibi kılınmış, hırsı büyük kendi bodur kalmış TVF de Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Ancak ne zaman faaliyete geçeceği ve kimin tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin varlıklarının yönetildiği aslında henüz doğru düzgün bilinmiyor.
‘FAKAT SONRA DÖNÜŞ OLMADI…’
Sayıştay Kanunu, Kamu İhale Kanunu, Devlet İhale Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, özelleştirmeye ilişkin yasalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan kısıtlamalardan muaf bir varlık, Varlık Fonu. Tuhaf bir varlık, kısacası. Strateji planı 1 yıl boyunca rafta bekletilen sonra kendisini denetleyecek ve gözetleyecek Başbakanlık gibi birimler ortadan kalktıktan sonra, adına portföyünü yönetmek için kurulan şirketi faaliyete geçmemiş, aslında ortada bırakılmış bir “fon”.
TVF Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Oral Erdoğan, geçtiğimiz hafta katıldığı bir programda Fon’un henüz bir faaliyetinin bulunmadığını şu cümlelerle açıklıyor:
“Ağustos 2016’da çıkan ilgili kanunun 2. Maddesinde [aslında o, 3. Madde, y.n.] ‘Stratejik plan onaylandıktan sonra bu faaliyetleri yerine getirir’ ifadesi vardı. O stratejik plan 10 Ağustos 2017’de Bakanlar Kurulu’na onaylanmak üzere gönderildi. Fakat sonra dönüş olmadı…”
Türünün bütün kötü özelliklerini bünyesinde barındıran bir kurum olarak TVF ve onun portföy yönetim şirketi, ekstra kaynağı olmayan, tasarruf fazlası bulunmayan, doğal kaynaklardan yüksek gelir elde etmeyen (hatta açık veren) bir ülkede niye kuruldu sorusunun cevabı verilemiyorken, yeni bir soru daha var: neden bir yıldır dönüş olmadı? AKP’deki klikler arasındaki kavgalara ilişkin rivayet muhtelif, ama sonuç baki.
BİRİKEN SORULAR
TVF ile hedeflenenler aslında oldukça açıktı. Eski Ekonomi Bakanı’nın “Bütün gayrimenkul ve taşınmazları tek tek kâğıda çevireceğiz.” ifadesinde özlü şeklini bulan bir finansallaştırma hamlesi TVF. Benim devletin finansallaşması olarak nitelediğim genel dönüşümün bir parçası. Süreç, sadece devletin temel politika yöneliminin finansal piyasa standartlarına göre biçimlendirilmesini değil, ayrıca devletin gelir ve istihdam yaratma araçlarının da finansal piyasa dolayımından geçmesini, devletin varlıklarından elde edeceği gelirin kapitalizasyonunun sağlanmasını öngörüyor.
Ancak bir türlü adım atılamıyor. Atılacak adımlar öncesinde sorular çoğalıyor.
Türkiyeli yorumcuların ve politikacıların vurgulamayı sevdiğinin aksine TVF ikinci bir Hazine değil. Çünkü Hazine devletin iç ve dış borç yönetiminden sorumlu ve devletin nakit akışını düzenliyor. TVF’ye dış borç alma yetkisi geçen yıl verilmiş olsa da karşımızda devletin finansal hesaplama ve mekanizmalara göre biçimlendirilmesi uğraşının ifadesi bir sermayeleştirme girişimi duruyor. Resmi amaçlar kısaca “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurtiçinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak… stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek” diye özetleniyor. Bu, paralel Hazine yaratmak değil, mevcut varlığı kaynak yaratmak üzere finansallaştırmak olarak nitelenebilir. Eski soruların cevabı verilmemiş olsa da yeni sorular sorma vaktidir. Kısaca sıralayacak olursam ilk akla gelenler şunlar:
Yatırımcılar ve TVF arasında sürdüğü bildirilen görüşmelerde yatırımcılara ne gibi taahhütler verilmiştir/verilmektedir?
2017’de oluşturulması ve Başbakanlık’a iletilmiş olması gereken 5 yıllık değer yaratma programlarının içeriği ve akıbeti nedir?
6741 sayılı yasanın daha önce öngördüğü Meclis denetimi yeni rejimde nasıl gerçekleşecektir? 1 no’lu kararname ile Cumhurbaşkanlığı’na bağlı kılınan TVF, Meclis tarafından denetlendiğinde herhangi bir usulsüzlükte ya da Cumhurbaşkanlığı denetim raporu onaylanmadığında kim hesap verecektir?
Hazine ve Maliye Bakanlığı ile “ilgili” kılınan kamu bankaları TVF’nin portföyündeyken niye yine de bir bakanlıkla “ilgili” kılınmıştır? Kanunla açıkça düzenlenmemiş bu vesayet Hazine ve Maliye Bakanı’nın Varlık Fonu A.Ş.’nin portföy yönetimine, teminat ve kredi işlemlerine doğrudan müdahalesi anlamına gelmeyecek midir?
Bu belirsizlik altında TVF’nin elindeki varlıkların “en yüksek değerine ulaşması” ya da uygun koşullarda kredi bulunması mümkün müdür?
TVF’nin uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından kredi notu alma girişimi ile siyasi iradenin bu kuruluşların komplosundan bahsetmesi nasıl bir arada yürüyecektir? 2018 yılı programında yer alıp, yıl bitmeden kurulacağı açıklanan “yerli ve milli” derecelendirme kuruluşu TVF için de not verecek midir?
Kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan kısıtlamalara tabi olmayan Piyasa İstikrar ve Denge Fonunun Türkiye’de piyasa işlemlerine girişmesinin önüne herhangi bir sınırlama getirilmiş midir? Bu alt fon piyasa işlemlerine giriştiğinde Türkiye’de hisse alıp satarken bazı şirketleri zor durumda bırakması ve bazılarını aşırı değerlendirmesi önünde bir engel bulunmakta mıdır?
PEKİ, NE YAPMALI?
TVF’nin Kuruluşu sırasındaki yapısını değerlendiren ilgili çalışmasında Doç. Dr. Meltem Kayıranfonun yatırım stratejisinin izlenmesinin olanaksız göründüğünü belirtmiş, yurtiçi uzun vadeli yatırımlara yönelik girişimlerin riskleri artıracağını vurgulamıştı. Aslında yapılabilecekler de buradan çıkartılabilir.
Bir maymuncuk gibi kullanılması amaçlanan TVF’nin strateji belgesinden, yatırım kararlarına her türlü işlemini sürekli olarak kamunun gözü önüne taşımalı, Fon’un verdiği zararların dökümünü sunmalıyız. Ekonomik anlamda biriktirilen riskleri ve bu risklerin/zararların nasıl toplumsallaştırıldığını anlatmalıyız. Ancak bu sayede söz konusu girişimin vereceği zararları engellemek değilse de sınırlandırmak söz konusu olabilir.
Meselenin son bir önemli noktası da şu: milyarlarca doları kontrol edecek bir finansal yatırım, menkul kıymetleştirme ve gelir yaratma mekanizmasını nasıl idare edeceğini iki yıldır karara bağlayamamış bu rant koalisyonunun, tutarlı bir ekonomi programı uygulayabileceğini düşünebiliyor musunuz? Yoksa “sonra dönüş olmadı” mı?
Not: Bu yazı gazeteduvaR'da 27 Temmuz 2018'de yayımlanmıştır.
Not: Bu yazı gazeteduvaR'da 27 Temmuz 2018'de yayımlanmıştır.