Türk Lirası’nın dolar karşısında değer kazanmasıyla birlikte kanımca Mehmet Şimşek’in en ilginç tweetlerinden biri de gecikmedi: “nihayet decoupling…”. (i) Gelişmekte olan ülkelerin para birimleri değer kaybederken Lira değer kazanıyordu, Şimşek’in deyimiyle “nihayet ayrışıyorduk”, hem de pozitif cinsinden.
Finans piyasalarıyla kavga edilmeyeceğinden tutun, sanki bağımsız karar verebilen bir Merkez Bankası kalmış gibi MB’nin geç de olsa doğru adım atmış olduğuna varana kadar çok sayıda değerlendirmede bulunuldu. Türkiye ekonomisinin derin sorunları bir süreliğine rafa kaldırılmış hissi yayıldı. Buna karşın seçim sürecinde iktidar partisinin işinin ne kadar zor olduğuna işaret eden gösterge gecikmedi. 30 Mayıs’ta açıklanan Ekonomik Güven Endeksi, Mayıs ayında bir önceki aya göre yüzde 4,9 azalarak 93,5 değerine geriledi. Tüketici güven endeksinde de yüzde 2,8’lik bir gerileme görüldü.
Kısaca Şimşek’in pozitif ayrışma iddiasını ele alıp Türkiye’yi bekleyen sürece dair bir tespitte bulunmak istiyorum.
BU NE IZDIRAP?
Türkiye’nin gelişmekte olan diğer ülkelerden ne kadar ve nasıl ayrıştığını tespit etmek için bakılabilecek çok sayıda gösterge bulunuyor ancak, siyaset yapıcıların en önemsediği iki alana bakalım. Aşağıda gelişmekte olan dokuz ülkenin para birimlerinin mayıs ayında Dolar karşısındaki performansını hesapladım. Türk Lirası en çok değer kaybeden para birimi olarak duruyor.
Türkiye’nin temel bazı göstergelerde gelişmekte olan ülkelerden negatif ayrıştığını görüyoruz. Aksini iddia etmek mümkün değil. OHAL döneminde para birimi dolar karşısında yüzde 35 civarında değer kaybeden Türkiye, ağır finansman sıkıntısı nedeniyle yüksek enflasyon deneyimliyor ve yüksek faizlerle borçlanıyor. FED’in faiz artışı ve merkeze sermayenin çağrılması sürecinde sermaye akışında dalgalanmalardan gelişmekte olan ülkeler bir bütün olarak etkilense de Türkiye siyasi gelişmelerin katkısıyla daha fazla etkileniyor (Bu alanda sadece Arjantin bir istisnadır).
ÖZLENEN AYRIŞMA HANGİSİ?
2018 yılının ilk beş ayında 1 doların karşılığı 3,77 TL’den 4,48’e yükseldi. Türkiye’de özel sektörün 222 milyar dolar civarında net döviz açığı üzerinden bir hesap yapıldığında özel sektörün dış borcu lira cinsinden yaklaşık olarak 158 milyar arttı.
Döviz kurundaki bu artışın etkilerini şimdiden hissediyoruz. Mayıs ayındaki liranın değer kaybı ile birlikte yaz biterken enflasyonun yüzde 14’e yaklaşması bir kader haline geldi. Başka bir ifadeyle dünya ortalamasının beş katı bir enflasyon yetmedi, yedi katı civarında bir enflasyon deneyimleyeceğiz.
Moody’s’in Türkiye için büyüme beklentisini 2018 yılı için yüzde 2,5’a düşürmesi de yüksek faiz, yüksek enflasyon altında ekonominin yavaşlayacağı öngörüsüne dayanıyor. Türkiye’yi bekleyenin yüksek enflasyon ve kemer sıkma olduğu görüşü yaygınlaşıyor. 30 Mayıs’ta iftar programında konuşan Erdoğan’ın “kur silahını etkisiz hale getirmeye kararlıyız” açıklaması uyarınca atacağı adımlar ya da Türkiye’nin kırılganlıkları nedeniyle sermaye çıkışlarının gerçekleşmesi ise doludizgin bir krizi gündeme getirebilir.
Kısaca, Türkiye ayrışıyorsa benzer konumdaki ülkelerden negatif ayrışıyor. Aslında gelişmekte olan ülkelerle kavuşmuş olsa bugününden daha iyi durumda olacağı görülüyor. Bu gidişat karşısında politika yapıcıların isteği liranın değerlenmesi ya da kur çalkantısının durması ile kısa bir süreliğine nefes almak. Bugünün muhalefetinin isteği ise seçim sonrası yeni bir çevrim başlatarak Türkiye’nin ağır açık sorununu sermaye teveccühüyle ertelemek.
Ancak farklı bir yol tercih etmek mümkün. Yeni bir üretim ve bölüşüm zihniyetine doğru yol almanın mümkün olduğunu ya da farklı kolektif mülkiyet biçimlerinin uygulanabilir olduğunu hayalcilik suçlamasına aldırmadan gündeme getirmek gerekiyor.
Pozitif ayrışma teriminin kullanımının altını ise piyasa kulları ile farklı düşünme cesareti gösterenler arasında bir ayrışmayı çağrıştıracak şekilde doldurmamızda fayda var. İpuçlarını Birleşik Metal-İş’in seçim sürecinde işçilerin isteklerini daha yüksek sesle duyurmak için 28 Mayıs’ta açıkladığı manifestoda bulmak mümkün: “Ekonomik çalkantının maliyeti ve şirketlerin risklerinin toplumsallaştırılması uygulamasına son verilmelidir. ‘Kârlar sermayeye zararlar kamuya’ zihniyetinin bu süreçte bir kez daha hortlamasına izin verilmemelidir, krizin faturası emekçilerin sırtına yüklenmemelidir. Şirketlerin iflası halinde, üretim ve istihdamın devam etmesinin koşulları aranmalı ve farklı kolektif mülkiyet biçimleri altında emekçilerin yönetim ve denetimde etkin kılınması sağlanmalıdır. Bunun koşulları olmadığı durumlarda işçilere hem istihdam olanakları konusunda hem de mali hakları konusunda öncelik verilmelidir.” (iii)
(i) https://twitter.com/memetsimsek/status/1001543346991652865
(ii) Sabit getirili borçlanma aracı için aylık ortalama iç borçlanma maliyeti. Diğer araçlar ve borçlanma maliyeti için https://www.hazine.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri adresinden borçlanma istatistiklerine bakılabilir.
(iii) Açıklama metninin tümüne Birleşik Metal-İş sayfasından ulaşılabilir: http://www.birlesikmetal.org
Not: Bu yazı 1 Haziran 2018'de gazeteduvaR'da yayımlanmıştır.