Geçtiğimiz hafta Türkiye Varlık Fonu (TVF) başkanı görevden alındı. Türkiye ekonomisi için bir kurtarıcı olarak lanse edilen Fon, kuruluşunun üzerinden bir yıl geçmesine rağmen henüz herhangi bir varlık gösteremedi. Bunun farklı nedenleri sıralanabilir ancak kanımca temel sorun, Türkiye’de temel ekonomi politikası tercihleri ve bu tercihleri uygulayacak kurumların hangileri olduğundaki belirsizlik.
Geçtiğimiz haftaki yazımda, “Türkiye ekonomisi, herhangi bir anlamlı ekonomi politikası tartışması yapılabilecek bir düzeyde değildir, tüm menzili 2019 seçimlerine odaklanmış bir örtülü ekonomi haline gelmiştir” derken, kast ettiğim biraz da buydu. Bu yazıda, TVF özelinde bir kere daha ortaya çıkan sorunların basitçe AKP içi gerilimlerden kaynaklanmaktan ziyade, daha yapısal kökleri olduğuna işaret edeceğim.
AKP İçi Gerilimler
TVF hukuki olarak Başbakanlığa bağlı olmasına rağmen, başkanın görevden alınması ile ilgili açıklamayı AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı: “Varlık Fonu'nda hedeflenen, arzulanan bir süreç olmadı… Gelişmeleri gördük, böyle yürümeyeceğine karar verdik. Sayın Başbakan da bu konuda adımını attı, hayırlı olsun diyeceğiz. Varlık Fonu'nu bizim yeniden organize etmemiz şart”.
TVF başkanının görevden alınmasında, Fon yönetimi içinde yaşanan anlaşmazlıkların etkili olduğu, bunların AKP içi gerilimleri yansıttığı, hatta fonun nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili birbiriyle anlaşamayan iki yaklaşımın ortaya çıktığı kulislere sızdırıldı. TVF başkanının görevden alınmasından bir gün önce Bloomberg International’da çıkan bir habere göre, tartışmadaki taraflar şunlar: Başbakan Binali Yıldırım, Fon’un büyük çaplı altyapı projeleri için kullanılmasını savunurken; Saray’ın ağırlıklı olduğu diğer taraf ise Fon’un borsa ve döviz piyasasına müdahaleyi de içeren daha kısa vadeli hedefler için kullanılmasını istiyor.
Ekonomi Yönetimde Dağınıklık
Ancak mesele, basitçe Fon’un nasıl kullanılması gerektiği üzerinde yaşanan bir anlaşmazlık değildir. Ekonomi yönetimi “otomatik pilottan manuel yönetime geçtiğinden” beri bir doğrultu sorunu yaşıyor. Otomatik pilot dönemi, 1998-2008 arası kesintisiz 10 yıl süren IMF anlaşmaları ile geçti. AKP döneminde Ali Babacan önderliğindeki ekonomi yönetimi, IMF programları tarafından çizilen çerçeveyi harfiyen takip etti. Yani Ali Babacan, ekonomi otomatik pilotta iken yönetimdeydi.
Ancak 2008’de patlak veren küresel kriz ile birlikte uluslararası konjonktürün dalgalanması sonrasında standart IMF programı yerine, anlık kriz yönetimi tedbirleri uygulamaya konuldu. Kriz yönetimi, 2008’de Kamu Garanti Fonu’nun aktifleştirilmesi ile başladı ve sonrasında güçlü sermaye girişleri karşısında alınan “makro ihtiyati tedbirler” ile sürdü. Ancak geldiğimiz noktada, ekonomi yönetiminin temel yöneliminin ne olduğu net değil. Kanımca bu belirsizlikte iki faktör etkili oldu.
Küresel Ara Rejim
Bunlardan ilki, küresel krizin etkilerinin halen sürmesidir. Krizden çıkış için G7 ülkelerince koordineli bir şekilde tasarlanan ve ağırlıklı olarak para politikası kanalı kullanılarak uygulanan kurtarma programlarının artık sonuna gelindiği ifade ediliyor. Ancak “normalleşmenin” nasıl sağlanacağı ile ilgili net bir plan yok.
Küresel konjonktürdeki bu belirsizlik, bir yanıyla da “küresel ara rejim” ile ilgili. Bu ortam, Türkiye gibi ülkeler açısından bir fırsat olarak da görülebilir. Ancak küresel hegemonyanın “seyrelmesi” ile oluşabilecek bir fırsat penceresini değerlendirebilmek için en asgari koşul, bu durumun farkında olan bir ekonomi yönetiminin ve siyasi iradenin varlığıdır.
Strateji Eksikliği
Ekonomik yönelimdeki belirsizliğin ikinci nedeni de, strateji eksikliğidir. Birikim stratejisi, belirli konjonktürlerde devletin ekonomi politikasının, sermaye birikim sürecinin dönemsel ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi olarak görülebilir. Strateji tespiti basit bir teknokratik çabanın çok ötesindedir. Ekonomik ve siyasal elitler arasında kısmi de olsa bir uzlaşmayı gerektirir.
Bu da yetmez, stratejinin tespiti sonrasında devlet içinde bunu uygulayacak kurum ya da kurumların net bir şekilde belirlenmesi ve uygulamanın sonuçlarının denetlenmesi gerekir. Kolayca fark edilebileceği gibi, son sıraladıklarım günümüzde Türkiye ekonomisi için geçerli değildir. Ne birikim stratejisi, ne de bunu uygulayacak kurum ya da kurumlar bellidir.
Örtülü Ekonominin Bir Parçası Olarak TVF
Hal böyle olunca TVF gibi bir proje, daha bir yılını doldurmadan yeniden yapılandırmaya gitmek durumunda kalmıştır. Bu yılın başlarındaki bir yazımda, “TVF’nin neden kalkınmacı bir çabanın bir parçası olarak görülemeyeceğine” işaret etmiştim. Geldiğimiz noktada TVF, bir birikim stratejisinin parçası olarak oluşturulan bir kurum olmaktan çok, denetimden muaf yapısıyla örtülü ekonominin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
TVF başkanının görevden alınması ile açığa çıkan tartışmadan anladığımız, kamu varlıklarının teminat gösterilerek büyük projeler için borçlanma imkanlarının artırılması gibi bir hedef dahi mevcut yönetim açsından “uzun dönemli” olarak görülebilmektedir. Menzili 2019 seçimleri olan bir yönetim için bu çok da şaşırtıcı sayılmaz.
Bu yazı
11.09.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/09/11/varlik-fonundaki-kriz-neyi-gosteriyor/