Kriz Notları Facebook Sayfası

18 Eylül 2017 Pazartesi

Emeğin Gücü Gerilerken, Demokrasi Gelişebilir Mi?

Geçtiğimiz hafta Tarık Ziya Ekinci, Gazete Duvar’da yer alan “AK Parti'nin Yeni Türkiye'si Kapitalizm Öncesi Devlet Projesidir” başlıklı yazısı ile değişik tonlarda da olsa Türkiye’de yaygın bir şekilde kabul gören bir fikri farklı bir şekilde dile getirdi. Doç. Dr. Galip Yalman’a referansla söylersek, bu “muhalif ama hegemonik” fikir kabaca şudur: “Tükiye’de burjuvazi yok, o nedenle demokrasi yok”. Bir adım daha atarak neden burjuvazi yok diye sorduğumuzda, çünkü devlet çok güçlü, ihaleleri dağıtıyor vs. yanıtını alıyoruz. Bu yaygın liberal argüman, Türkiye’deki eleştirel sosyal bilimler camiasında defalarca konu edildi ve sayısız kere çürütüldü. Bu yazıda böylesine kapsamlı bir çabaya girişmeyeceğim. Dikkat çekeceğim soru şu: bir ülkede emeğin gücü sistematik olarak geriletilirken demokrasi gelişebilir mi?

“Muhalif ama Hegemonik”

Tarık Ziya Ekinci, Türkiye siyasal hayatında önemli bir figür, o nedenle yazısı kıymetli. Yazıda gerek tarihsel gerek güncel değerlendirmeler mevcut. Ancak –yazının bütününe haksızlık etmemeye çalışarak- şu vurguları öne çıkaracağım. Ekinci’ye göre “bugünkü büyük burjuvazi (TÜSİAD) bile sınıf iktidarını kurmak ve devlete yön vermek gibi bir işlevinin olduğunu kabul etmek istemiyor.” 

Yazara göre burjuvazi, “anayasada yapılan köklü rejim değişikliği karşısında tepkisiz kalmıştır. Bu, açıkça bir sınıfsal körlüktür.” Bunun yanında, “… Türkiye burjuvazisi büyük holdinglere ve görece güçlü bir sanayi sektörüne sahip olmasına karşın, yapısal nedenlerle, Batı burjuvazisiyle eşdeğer nitelikte bir sınıf devleti kurmayı başaramamıştır.” 

Liberal Demokrasi İstisna Mı?

Kapitalizm, sadece atölyelerde ya da fabrikalarda, yani hususi olarak çalışma hayatında geçerli olan bir iş ilişkisi değildir. Bir toplumsal sistemdir. Toplumların yeniden üretimi bu üretim modeli etrafında şekillenir. Bu toplumsal üretim sistemi, sadece tek tip bir siyasal rejim altında değil, farklı tip siyasal rejimler altında işleyebilir. Yani, “liberal demokrasi” ya da “burjuva demokrasisi” olarak tanımlanan siyasal yönetim biçimi, kapitalist üretim ilişkilerinin sürmesi için olası tek siyasal rejim tipi değildir. Hatta tarihsel ve coğrafi olarak bakıldığında, M. Weber’e referansla, bunun istisnai bir “ideal tip” olduğunu dahi söyleyebiliriz. Bunlar zaten bilinen hususlar. 

Ancak Ekinci’nin yazısı, ana akım siyaset bilimine hakim olan “demokrasinin burjuvazi sayesinde geliştiği” argümanını takip ettiği için bu ideal tip, olası tek biçim olarak kabul edilerek, bunun olmadığı yerlerde kapitalizmin olmadığını dahi ileri sürülebiliyor. Zira bu yaklaşıma göre kapitalizm ancak demokrasi altında yaşayabilir. Otoriter yönetimler kapitalizm altında olamaz. Herhalde liberaller açısından toplumsal gerçeklik ile kendi teorilerinin en uyumsuz olduğu alanlardan biri bu.


Demokrasi ve Burjuvazi

Siyaset bilimi ve tarihsel sosyoloji literatürü, kapitalizmin gelişimini, bu sürecin aktörlerini, aktörler arasındaki ilişkilerin niteliğini ve farklı ülkelerde ortaya çıkan farklı siyasal rejimlerin birbirine benzeyen ve farklılaşan yönlerini ele alıp inceliyor. Ancak bu tip kısa yazılarda bu tartışmaları açıklamak zor. O nedenle, tartışmayı uçlaştırarak aktarmak daha işlevli olabilir. 

Böyle bakınca şu argüman da en az “burjuvazi gelişmediği için demokrasi gelişmiyor” argümanı kadar geçerlidir: “demokrasi, bizzat burjuvazi nedeniyle gelişmiyor. Günümüzde demokrasinin gelişkin olduğu yerler, işçi sınıfının ve toplumsal muhalefetin tarihsel olarak gelişkin olduğu yerlerdir. Demokrasi burjuvaziye rağmen gelişir, sayesinde değil”.

Demokrasi ve Emekçiler

Bu yılın başındaki bir yazıda, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2017 için dünya genelinde emekçilerin durumu ile ilgili raporuna değinmiştim. Raporda üç temel gözlem vardı: dünya genelinde işsizlik artıyor, güvencesizlik sürüyor, “çalışan yoksulların” oranındaki azalma yavaşlıyor. Yine aynı yazıda işsizliğin ve güvencesizliğin artmasının sonuçlarından bahsetmiştim. 

Bunlar, (i) çalışanların daha düşük ücretlere razı gelmek zorunda kalması, (ii) dışarıda çalışmak için bekleyenler varken mevcut çalışanların kötü çalışma koşullarını iyileştirme yönündeki mücadelelerinin zemin kaybetmesi ve (iii) çalışanların daha uzun mesailere zorlanmasıydı. Yazı şöyle bitiyordu: “Bu sonuçları topladığımızda karşımıza çıkan durum, çalışanlar arasındaki rekabetin artması ve sendika gibi dayanışma ve mücadele örgütlerinin altının oyulmasıdır”. 

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) geçenlerde hazırladığı “Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu (2013-2017)” yukarıdaki tespitleri teyit eder doğrultuda. Rapora göre Türkiye’de işçilerin yüzde 90’ı sendikasız, yüzde 95’i toplu iş sözleşmesiz bir şekilde çalışıyor. Bu çarpıcı gerçek, tüm tartışmalar için başlangıç zemini olmalı. 

Bir ülkede emeğin gücü sistematik bir şekilde azaltılıyorsa, o ülkede herhangi bir düzeyde demokrasinin gelişmesinden bahsedilebilir mi? Emeğin gücünün sistematik bir şekilde geriletilmesini sağlayan neoliberal politikaların dünyada ve Türkiye’de savunucusu olan burjuvazi, hangi zeminde demokratik gelişmenin olmazsa olmazı olarak tanımlanabilir?

İçinde bulunduğumuz karanlıkta, bu ve benzeri soruları tartışarak ilerlemek önemli diye düşünüyorum.




Bu yazı 14.08.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer almıştır. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/08/14/emegin-gucu-gerilerken-demokrasi-gelisebilir-mi/