Kriz Notları Facebook Sayfası

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Banka Senedi: Bir "Geleceğe Kaçış" Denemesi

Finansallaşma, basitçe, ekonomide finansal faaliyetlerinin payının giderek artması olarak tanımlanıyor. Türkiye ekonomisi finansallaşama ile yakın zamanda tanıştı. Finansallaşmanın ilk aşamasında odak noktası kamu borcunun çevrilmesiydi. İkinci aşamada firma ve hanehalkı borçlanması öne çıktı. Ancak ekonomik yavaşlama, ikinci aşamanın derinleşmesinde tıkanıklıklar yaşanmasına neden oluyor. 

Son dönemde geliştirilen yeni menkul kıymetleştirme (securitization) mekanizmaları ile bu tıkanıklık aşılmaya çalışılıyor. Geliştirilen mekanizmalardan ilki (imar hakkı transferi ve gayrımenkul sertifikası sistemi ile) kent mekânının metalaştırılmasına dayanıyordu. İkincisi, Türkiye Varlık Fonu aracılığıyla kamu varlıklarının teminat gösterilerek yeni finansman olanaklarına kavuşulması idi. Üçüncüsü ise, yakında çıkarılacağı ilan edilen “banka senedi”. Bununla da bankacılık sisteminin taşıdığı kredi riskini Merkez Bankası’na aktarmanın kapısı açılıyor. Bu yazıda üçüncüyü ele alacağım.

Türkiye Ekonomisinin Finansallaşması

Türkiye ekonomisi, kendi kategorisindeki ülkeler gibi, finansallaşma sürecine geç katıldı. 24 Ocak 1980 kararları ile başlayan finansal serbestleşme (deregülasyon) sürecinin kritik aşaması, 1989’da para sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi oldu. Bu kararla birlikte Türkiye ekonomisi uluslararası finansal piyasalara entegre edildi. İkinci kritik tarih 2001 krizi idi. 2001 krizi sonrası merkez bankası bağımsızlığı ile enflasyon hedeflemesi ve kemer sıkmaya odaklanmış maliye politikası ile özellikle dış borçlar içinde kamunun payı azaldı, özel sektörün payı arttı. 

Bu sürecin bir başka boyutu, borçlanmanın orta ve düşük gelirli kesimler için de olanaklı hale gelmesiydi. Bunun sonuçlarını hanehalkı borçlanmasındaki muazzam sıçrama ile gördük. Daha fazla ayrıntıya girmeden, konuyla ilgilenenler için geçtiğimiz hafta çıkan yeni bir derlemeyi tavsiye etmekle yetineyim. Pınar Bedirhanoğlu, Özlem Çelik ve Hakan Mıhcı tarafından derlenen “Finansallaşmanın Kıskacında Türkiye'de Devlet, Sermaye Birikimi ve Emek” kitabında mesele etraflıca tartışılıyor. Kitapta ben de 2000’li yıllardaki merkez bankacılığı uygulamalarının sonuçlarından biri olarak borçların “özelleştirilmesini” ele aldım.

Tıkanıklıklar

2013 sonrası başlayan, 2016’da daha da belirginleşen ekonomik yavaşlamaya karşı ekonomi yönetiminin politika tepkisi şöyle şekillendi: (i) gerek bireysel borçlarda gerekse firma borçlarında yeniden yapılanmaya gitmek, (ii) kredi musluklarını sonuna kadar açmak. Gerçekten de 2016’nın 3. Çeyreğine geldiğimizde kredi büyümesi reel olarak durmuştu. Takipteki kredilerin artması, bireysel kredilerin artış hızındaki yavaşlama, genel ekonomik yavaşlamayı takip etti. Bunun üzerine bireysel borçlarda yeniden yapılandırmaya gidildi.

Ancak borç yapılandırması bir kez gündeme geldiğinde, sadece bireysel borçlarla sınırlı kalması zor. Daha Kasım 2016’da, 5 milyona yakın işverenin finansal sorunlar yaşadığı biliniyordu. 2016’nın 3. Çeyreğinde ekonomik daralma yaşanması, ekonomi yönetimin kredi musluklarının sonuna kadar açmasını beraberinde getirdi. Kredi Garanti Fonu aracılığıyla canlandırılan kredilerin artış hızında büyük bir sıçrama yaşanıyor. Kısacası, yaşanan tıkanıklıkları aşmak için kullanılan ilk yol, mevcut kanallardan borçlanmayı daha da artırmak oldu.

Yeni Mekanizmalar 

Ancak, mevcut kanallar ile güncel tıkanıklıkları aşmanın mümkün olmadığı görüldüğünden, yeni mekanizmaların devreye sokulması gündeme geldi. 

Bunlardan ilki, Türkiye Varlık Fonu idi. Varlık Fonu ile amaçlanan, güçlü bir kalkınma programı için gerekli yatırımların finansmanını oluşturacak bir yatırım bankası kurmak değil. Mevcut kamu varlıklarını teminat göstererek yeni finansman olanaklarını yaratmak. Varlık Fonu’nun fiiliyatta nasıl işleyeceği halen belli değil. Çünkü hukuken, Fon’a yönelim belirleyecek strateji belgesi Bakanlar Kurulu’ndan henüz çıkmış değil.

İkincisi, kent mekanının metalaştırılmasını öngören, konut sektörü ile finans bütünleşmesini artırmayı amaçlayan ve özellikle yoksulların birikimlerinin inşaat sektöründe yaşanan finansman sorunların çözülmesi için seferber edilmesine dayanan gayrımenkul sertifikası sistemi uygulamaya geçti.

Yeni geliştirilen mekanizmalardan sonuncusu, ise “banka senedi” oldu. Henüz uygulamaya girmediği ve üzerine detaylı açıklamalar yapılmadığı için kapsamının ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bilebildiğimiz, Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin açıkladığı şekliyle “banka senedi” adında yeni bir finansal enstrümanın çıkarılması yönündeki hazırlıkların tamamlandığı



5 Maddede “Banka Senedi”

“Banka senedi” ile yapılmak istenenler çeşitli. Planlanan, banka bilançosundaki aktiflere, yani gelir akışlarına dayanarak (kredilerle uyumlu olarak) uzun vadeli bir finansal kağıt çıkarmak. Bu, tipik bir türev ürün. Kısaca açıklayalım: 

1. Bu finansal kağıdı satın alanların amacı getiri kazanmak. Güncel faiz oranına bağlı olarak çekici bir getiri vaat edildiğinde özellikle kurumsal yatırımcıların bu yeni ürünü satın alması bekleniyor. Ancak yapılan hazırlıklardan anlaşılan, bu ürün için talebin oluşmasında, sadece piyasa mekanizmasına güvenilmediği. Zira bu ürünün, merkez bankasının likidite yönetiminin bir parçası olabileceği belirtiliyor.

2. Banka açısından ise kendi bilançosunda olan bir değere dayanılarak çıkarılan yeni ürünün yeniden bilançoya dönmesi, sonuç olarak yeniden sermayelendirme anlamına gelecektir.

3. Banka açısından bir diğer önemli unsur, bu yeni türev ürünü satın alanların, aynı zamanda, türev ürüne dayanak olan gelir akışının riskini de satın almış olması. Yani banka, “banka senedi” çıkararak, kredi riskini bu türev ürünü satın alanlara aktarmış olacak.

4. Böylelikle bankacılık sisteminin rahatlatılmasıyla, hem ekonomik canlanmayı desteklemek için daha fazla kredi, hem de büyük inşaat projelerinin finansmanında rahatlama yaratmak hedeflenmiş durumda.

5. Son olarak, TCMB’nin banka senetlerini likidite yönetiminde bir araç olarak kullanacak olması, yani bankaların menkul kıymetleştirilmiş kredilerini satın alması, TCMB’yi bankaların kredi riskinin nihai üstlenicisi yapacak. Merkez bankaları zaten “son borç verme mercii” görevini üstleniyorlar, özellikle kriz zamanlarında. Ancak bu son değişikle birlikte, 1990’larda Hazine borcunun parasallaştırılmasına benzer bir mekanizma yaratılıyor. Ancak bu sefer üstlenilecek borç özel sektörün olacak. Tam olarak neyle karşılaşacağımızı, uygulamada göreceğiz.

Somut İşleyiş

Yukarıda sıraladığım maddeleri, Başbakan Yardımcısı Canikli’nin verdiği örnekten hareket ederek somutlarsak, şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor: Ziraat Bankası 3. Havaalanı için kredi verdi. Banka senedi çıkararak, bu kredilere dayanarak getiri vaadi ile yeni bir finansal ürün çıkaracak. Bu ürünü alanlar sayesinde Ziraat Bankası’nın bilançosunda düzelme görülecek, bankalar kredi genişlemesine devam edebilecek. Banka senetlerinin merkez bankası likidite yönetiminde kullanılacak olması, bu uygulamanın arkasında devlet garantisi olduğu düşüncesini yayacak ve yatırımcılar daha fazla rağbet gösterecek. Bu durumda bankacılık sistemi, daha rahat kredi verebilir hale gelecek. Planlanan kabaca bu. 

Örneği değiştirirsek, çıkarılacak türev ürün için temel teşkil edecek gelir akışı sadece Hazine garantili yap-işlet-devlet kredileri değil de, yine Hazine’nin kontrolünde olan ve 160 milyar TL’yi bulmuş olan Kredi Garanti Fonu’nun kefaletiyle verilen krediler de olabilir. Böyle bir durumda, KGF destekli kredilerdeki batıkların, merkez bankasınca üstlenilmesine kapı açacak bir düzenleme ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmemiz gerekiyor. 

Peki, ya Ziraat Bankası’nın verdiği kredi batarsa? Ya da KGF kefaletli krediler beklenmedik oranlarda geri ödenemezse? “Banka senedi” ile yapılan hazırlık, bu gibi soruları düşünerek, batık kredilere dayanan türev ürünleri merkez bankasının satın almasına olanak sağlamayı öngörmüş.

Geleceğe Kaçış

Kredi, gelecekte elde edilecek bir değerin şimdiden aktifleştirilebilmesidir. Bu anlamda “kredi, her zaman, gelecek üzerine oynanan bir kumardır, olmayan bir şey üzerine girilen bir bahistir”.[1] Ekonomi yönetimi, yaşanan ekonomik yavaşlamayı aşmak için geleceğe kaçarak, kredi genişlemesini yegâne araç olarak kullanıyor. Ancak alıntıdaki mantığı sürdürürsek, yapılan “gelecek üzerine oynanan bir kumardır.”

Bu yazı, 15.05.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/05/15/5-maddede-banka-senedi/

[1] J. Holloway ve W. Bonefeld (2007) “Para ve Sınıf Mücadelesi”, Küreselleşme Çağında Para ve Sınıf Mücadelesi (içinde), Çev. Münevver Çelik, İstanbul: Otonom Yayınları, s. 13-34.