Amerikan Merkez Bankası FED’in eski başkanlarından Alan Greenspan’in cebinde önemli
toplu sözleşmelerdeki ücret artışlarına ilişkin verileri not ettiği bir kağıtla
dolaştığı rivayet edilir. Bu verileri arada bir kontrol eder, ekonomik
beklentiler üzerine konuşurken cebindeki kağıda zaman zaman başvururmuş.
Greenspan’in yaptığı merkez bankalarının fiyat istikrarı hedefinin son derece
açık bir şekilde ücret artışlarının kısıtlanmasındaki başarı ile
rabıtalandığını göstermesi açısından önemli. Ancak bu durum bir Merkez
Bankası’nın her daim ücretleri baskılamak için bir araç görevi görebileceği
sonucuna bizi ulaştırmamalı.
Sadece kurumsal konfigürasyon ve envai çeşit düzenleme
nedeni ile bu tarz bir araçsallığın önünde engeller bulunması ihtimalinden
bahsetmiyorum. Bu engeller olmaksızın faiz oranları ve para arzı kontrolü ile enflasyon
beklentilerine etkide bulunabilen bir Merkez Bankası ücretlerin bir süreliğine nominal
artışı için de uğraşabilir. Ya da sorunun emek piyasasındaki katılık ve yüksek
ücretler olarak tanımlanması durumunda merkez bankası güçlü bir bariyer görevi
görebilir. Japonya Bankası (JB) ve Avrupa Merkez Bankası’nı (AMB)
karşılaştırmak bu bağlamda ilginç bir noktayı açığa vuruyor.
Her iki durumda da merkez bankaları sert eleştirilerin hedefinde
yer alıyor. Para politikasının önemi ve yasal olarak belirlenmiş finansal
istikrar hedefi nedeniyle ekonomik etkinliğin gidişatını belirleyen
mücadelelerin odağına merkez bankalarının taşınması neoliberal dönemin eseri
olmakla birlikte 2008-2009 krizi ve takip eden dalgalarda son derece belirgin
hale geldi. Merkez Bankalarına ya da tepede yer alan teknokratlara tepkinin Japonya’da
örneğini gördüğümüz deflasyon ya da Avro Bölgesi’ndeki bitmeyen kemer sıkma ve içinden
çıkılamayan durgunluk nedeniyle tekrar gündemde olduğunu görüyoruz. Bu tepkilerin önümüzdeki dönemde artması beklenebilir.
Japonya’da enflasyon hedefi
Neoliberal dönemde ne kadar tezat gibi görünse de JB’nin 2014
içinde deflasyonist yönelim karşısında yaptığı oldukça ilginçti. Japonya’da Nisan 2013’te başlayan genişleme programı kapsamında koyulan
hedeflerin daha da büyütülmesi, başka bir ifadeyle parasal genişlemenin
arttırılarak sürüdürülmesi kararı alınmıştı. Bu sayede enflasyon beklentisinin
% 1,5’un üzerine çıkarıldığı ve bunun 2014 sonundaki toplu sözleşmelerde daha
yüksek ücret taleplerine dönüşmesi ve bir enflasyon döngüsünün oluşması
bekleniyordu. Japonya’nın geçmiş dönemlerine göre daha yüksek bir enflasyonun
hedefleniyor olması çift haneli rakamları akla getirmemeli, resmi olarak ilan
edilmemiş % 2 hedefinin yakalanması için fiyat artışı beklentisi yaratmaktan
bahsediyoruz.
Ancak bu planın işleyişinde sorunlarla karşılaşıldı. Japonya’da
hükümet ve merkez bankası arasındaki gerginlik, ikincisinin bütçe açığının
azaltılması yönlü eleştirilerine, birincisinin deflasyonist eğilimlerin
yoğunlaşması karşısında günah keçisi arayışının eşlik etmesiyle tırmandı. GSYH’ye
oranı % 240 civarında seyreden borç stokuyla Japonya’da siyasetçiler ve
teknokratlar bir çıkmazın içindeler: yüksek borç ve deflasyonun yinelenmesi ihtimali
arka planında, ekonomik durgunluk pençesinde, merkez bankasının mali ihtiyatlılık
arayışıyla hükümetin tüketim vergilerini arttırmama kararı birbirleriyle
çelişiyor.
Avrupa’da doğrudan
denetim ve miktarsal genişleme
Avrupa Merkez Bankası yeniden finansmanda faizi % 0.05’e düşürdükten ve 2014 yazında yeni bir kredi programı ilan ettikten sonra burada duramayıp
miktarsal genişlemeye başvurdu. 15 Nisan’da basın toplantısında bir eylemci tarafından diktatörlükle suçlanan Mario Draghi konfetilerden olmasa da petrol
fiyatlarından memnun ve miktarsal genişleme sayesinde enflasyonun % 2
seviyesine 2016’da çıkmasını umut ediyor. Ancak Draghi’nin umutlarına kesin bir
darbe vurma gücünü kendisinin içinde bulunduğu Troyka yapılanmasının dayattığı
kemer sıkmaya karşı tepkiyi örgütlemeyi başaran Syriza elinde tutmaya devam
ediyor. Pragmatist kanatın parti içindeki hükümranlığına karşın, AMB ve Almanya
egemenliğine karşı en etkili karşı çıkışı bankaları kamulaştırıp, sermaye kontrolleri
uygulayarak sergilemeleri halen mümkün. Önümüzdeki birkaç ay içinde Syriza ya (The
Economist'ten aldığım) yandaki grafikte görüldüğü üzere inanılmaz miktarda borç ödemesi gerçekleştirmek için programını tamamen terk etmek zorunda kalacak ya da Avro Bölgesi’nden çıkmak
üzere (miktarsal genişleme ve para basmak herkesin hakkı!) radikal bir kopuşa
kalkışacak. Bu kopuşu kamulaştırmalar takip etse de, Drahmi’ye geçiş yüksek
bir enflasyon ve Syriza ve Yunan Merkez Bankası’nın anti-enflasyonist
uygulamaları tarafından takip edilebilir. Kısacası, Stournaras ya da Varoufakis’in
ceplerinde not kağıtlarıyla dolaşmaya başlamaları için dahi Yunanistan’ın Avro’dan
çıkması gerekiyor.
AMB deflasyon ihtimalini bertaraf etmek için JB gibi miktarsal
genişleme uygulamasına karşın, farklı olarak kemer sıkma ve ücretlerin baskılanması
anlayışından kısa bir süreliğine dahi vazgeçmiyor. Ancak Avrupa bankalarının büyük çoğunluğu üzerinde 2014 Kasım ayından itibaren doğrudan denetim kuran AMB aynı zamanda Avro Bölgesi
krizi sırasında sıkça kullanılan ulus devlet iktidarları ve finansal sektör düzenleyicilerini
günah keçisi ilan etme şansını da ortadan kaldırıyor.
Mart ayında Blockupy’ın düzenleyiciliğinde Frankfurt’taki protestoların devamının gelmesini bu nedenle de bekleyebiliriz. Çelişkilerin zamansal olarak
ötelenmesi ve mekansal olarak kaydırılması (dolaşım alanına aktarılması)
konusunda kredi ve finans mekanizmalarının sağladığı olanaklara karşın, finansal
sistemin düzenleyicileri emekçilerin yaşam standardındaki düşüşle kurulan rabıta ve açık egemenlikleri nedeniyle, ötelediklerinin karşılarında zuhur ettiğini, istemedikleri otun
kapılarında bitiverdiğini görmeye devam edecekler.