Hafta başından itibaren yine Yunanistan ve ABD bağlamında pek çok önemli gelişme yaşandı. Ancak bugün dünyada yaşanan gelişmelere değil Türkiye'ye odaklanarak, dünya krizinin gölgesinde Türkiye'nin bu krizden etkilenme biçimlerine bakacağız. Evet, bugünkü sorularımız şunlar: Dolar neden yükseliyor, büyüme ve işsizlikte önümüzdeki dönemlerde neler yaşanacak? 2001 sonrası oluşturulan modelin sonuna mı gelindi?
Öcelikle son gelişmeden başlayalım. Geçtiğimiz hafta merkez bankası Para Politikası Kurulu toplantısı yapılmıştı ancak toplantı özetleri dün yayınlandı. Merkez bankası, öncelikle durum tespiti ile başlamış: "Son dönemde açıklanan veriler yılın ikinci yarısında iktisadi faaliyetin büyüme hızında kayda değer bir düsüs olacağına isaret etmektedir", ve şöyle devam etmiş: "üretim ve siparislere dair öncü göstergeler Ağustos ayından itibaren iktisadi faaliyetteki yavaslamanın daha belirgin hale geleceğine isaret etmektedir".
Dış talep tarafına bakıldığında da yaşanan dünya krizi nedeniyle ihracatta önemli durgunluğun yaşanabileceğine işaret edilmiş ve doların hızlı yükselişi ile sağlanacak olan kur avantajının çok da etkili olmayabileceğini belirtmiş. İç talepteki gelişmeler de dış talebe paralel bir seyir izlemekte ve daralma yönünde hareket etmekte. Son olarak ekonominin genelinde görülen bu yavaşlamayla beraber işsizlik oranının yeniden yükseleceği uyarısında bulunulmuş.
Tüm bu sorunlara karşın merkez bankasının politika duruşu ise, genişleme yönünde olacak. Bir başka ifadeyle faiz aracı artık, en azından krizin en sarsıcı günleri sonrasına kadar, yukarı yönlü değil aşağı yönlü hareket edecek.
Peki tüm bunların anlamı ne? Daha önceki yazımızda belirttiğimiz büyüme büyüme modelinin sonuna mı gelindi? Ve tabii ki, Türkiye ya da Türkiye'deki farklı toplum kesimleri krizden nasıl etkilenecek?
Şöyle başlayalım.
Türkiye, 2001 krizi sonrasında Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nı uygulamaya koymuştu. Program, enflasyonu düşürme odaklı idi. Enflasyonu düşürmede, yani iç talebi düşürmede kullanılan araç ise faizdi. Faizlerin yükseltilmesi sonucunda iç talebin kısılması ve enflasyonun düşürülmesi öngörülmüştü. Ancak bu yüksek faiz politikasının dolaysız bir diğer sonucu ise, dünyada değerlenmek için karlı olanaklar arayan fonların ülkeye girişini kolaylaştırması idi. Dolayısıyla ülkeye gelen bu fonlar neticesinde döviz TL karşısında nispeten ucuzladı ve TL'nin değerlenmesi de ithalatı kolaylaştırarak, özellikle sanayi kesiminde daha fazla teknoloji yoğun üretim yapısının yerleştirilmesini hızlandırdı. Bu modelin en önemli iki çelişkisi ise, Türkiye'deki sermayenin uluslararası sermaye karşısındaki eşitsiz konumu nedeniyle cari açığın artması ve yine emek verimliliğine dayanan büyüme nedeniyle işsizliğin artmasıydı.
Evet bu model 2006 krizine kadar bu şekilde uygulandı ancak modelin içsel çelişkileri nedeniyle tıkanıklıklar başgöstermeye başladığı anda, 2008 krizi ile karşılaşıldı, ancak 2008'de modeli değiştirecek farklı uygulamalar yapılmadığından, güncel krize aynı model ile girdik.
Şu anda yaşanan süreç, 2001'den itibaren uygulanan modelin temel parametrelerinde önemli değişiklikler yapılmasını zorunlu kılıyor. Öncelikle, 2001 sonrası modelin en önemli bileşeni olan yüksek faiz politikasının, dünya krizinin gölgesinde artık daha fazla sürdürülemeyeceği görüldü ve merkez bankası bu politikasına, en azından kriz sürecinden geçerken, ara vermek durumunda kaldı. Bunun en önemli sonucu ise, yüksek faiz nedeniyle Türkiye'ye gelen fonlar vasıtasıyla dövizin baskılanmasının sonuna gelinmiş olması. Bir başka ifadeyle, merkez bankasının dövizi düşürmek için kullandığı faiz aracının kriz tarafından elinden alınmasıyla geliye sadece günlük olarak piyasa döviz satışını içeren cılız bir müdahale aracı kaldı ki bunun da etkili olmadığı, doların tüm zamanların rekorlarını kırarak yükselmesinden anlıyoruz.
2001 sonrası uygulanan model açısından bu gelişmenin sonucu, verimlilik artışına dayalı bir büyüme sürecine, en azından kriz süresince ara verilmesi, ancak bunun karşısında TL'nin değersizleşmesi nenediyle sağlanan rekabet avantajının ihracatın temel dinamiği haline gelmesinin beklenmesi. Ancak dünya krizi yaşanırken ve tüm pazarlarda daralma yaşanırken bunun gerçekleşmesini beklemek hiç gerçekçi değil.
Evet, sonuçta söylenebilecek olan 2001 sonrası model kırıldı. Ancak bunun kalıcı mı yoksa geçici mi olduğunu krizin seyri belirleyecek. Bunun dışında krizin etileri konusuna gelindiğinde ise, özellikle bu sonbahar ve kış, Türkiye'de krizin etkilerinin gözlenmeye başlanacağı bir dönem olacak. Büyüme giderek yavaşlayacak, işsizlik ise artmaya devam edecek. Ancak esas etkiler için 2012'yi beklememiz gerekiyor.
Tüm bu gelişmeler karşısında geniş toplum kesimlerinin ve nispeten daha örgütlü olduğu düşünülen kesimler olan sendikaların son sürece dair değerlendirmeleri ve bu süreçle nasıl mücadele edecekleri ile ilgili herhangi bir öngörü ile malesef henüz karşılaşmadık. Ve yine malesef, bu aşama denebilir ki Türkiye toplumunun kaderi piyasa tanrılarının elinde gibi görünüyor!
Öcelikle son gelişmeden başlayalım. Geçtiğimiz hafta merkez bankası Para Politikası Kurulu toplantısı yapılmıştı ancak toplantı özetleri dün yayınlandı. Merkez bankası, öncelikle durum tespiti ile başlamış: "Son dönemde açıklanan veriler yılın ikinci yarısında iktisadi faaliyetin büyüme hızında kayda değer bir düsüs olacağına isaret etmektedir", ve şöyle devam etmiş: "üretim ve siparislere dair öncü göstergeler Ağustos ayından itibaren iktisadi faaliyetteki yavaslamanın daha belirgin hale geleceğine isaret etmektedir".
Dış talep tarafına bakıldığında da yaşanan dünya krizi nedeniyle ihracatta önemli durgunluğun yaşanabileceğine işaret edilmiş ve doların hızlı yükselişi ile sağlanacak olan kur avantajının çok da etkili olmayabileceğini belirtmiş. İç talepteki gelişmeler de dış talebe paralel bir seyir izlemekte ve daralma yönünde hareket etmekte. Son olarak ekonominin genelinde görülen bu yavaşlamayla beraber işsizlik oranının yeniden yükseleceği uyarısında bulunulmuş.
Tüm bu sorunlara karşın merkez bankasının politika duruşu ise, genişleme yönünde olacak. Bir başka ifadeyle faiz aracı artık, en azından krizin en sarsıcı günleri sonrasına kadar, yukarı yönlü değil aşağı yönlü hareket edecek.
Peki tüm bunların anlamı ne? Daha önceki yazımızda belirttiğimiz büyüme büyüme modelinin sonuna mı gelindi? Ve tabii ki, Türkiye ya da Türkiye'deki farklı toplum kesimleri krizden nasıl etkilenecek?
Şöyle başlayalım.
Türkiye, 2001 krizi sonrasında Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nı uygulamaya koymuştu. Program, enflasyonu düşürme odaklı idi. Enflasyonu düşürmede, yani iç talebi düşürmede kullanılan araç ise faizdi. Faizlerin yükseltilmesi sonucunda iç talebin kısılması ve enflasyonun düşürülmesi öngörülmüştü. Ancak bu yüksek faiz politikasının dolaysız bir diğer sonucu ise, dünyada değerlenmek için karlı olanaklar arayan fonların ülkeye girişini kolaylaştırması idi. Dolayısıyla ülkeye gelen bu fonlar neticesinde döviz TL karşısında nispeten ucuzladı ve TL'nin değerlenmesi de ithalatı kolaylaştırarak, özellikle sanayi kesiminde daha fazla teknoloji yoğun üretim yapısının yerleştirilmesini hızlandırdı. Bu modelin en önemli iki çelişkisi ise, Türkiye'deki sermayenin uluslararası sermaye karşısındaki eşitsiz konumu nedeniyle cari açığın artması ve yine emek verimliliğine dayanan büyüme nedeniyle işsizliğin artmasıydı.
Evet bu model 2006 krizine kadar bu şekilde uygulandı ancak modelin içsel çelişkileri nedeniyle tıkanıklıklar başgöstermeye başladığı anda, 2008 krizi ile karşılaşıldı, ancak 2008'de modeli değiştirecek farklı uygulamalar yapılmadığından, güncel krize aynı model ile girdik.
Şu anda yaşanan süreç, 2001'den itibaren uygulanan modelin temel parametrelerinde önemli değişiklikler yapılmasını zorunlu kılıyor. Öncelikle, 2001 sonrası modelin en önemli bileşeni olan yüksek faiz politikasının, dünya krizinin gölgesinde artık daha fazla sürdürülemeyeceği görüldü ve merkez bankası bu politikasına, en azından kriz sürecinden geçerken, ara vermek durumunda kaldı. Bunun en önemli sonucu ise, yüksek faiz nedeniyle Türkiye'ye gelen fonlar vasıtasıyla dövizin baskılanmasının sonuna gelinmiş olması. Bir başka ifadeyle, merkez bankasının dövizi düşürmek için kullandığı faiz aracının kriz tarafından elinden alınmasıyla geliye sadece günlük olarak piyasa döviz satışını içeren cılız bir müdahale aracı kaldı ki bunun da etkili olmadığı, doların tüm zamanların rekorlarını kırarak yükselmesinden anlıyoruz.
2001 sonrası uygulanan model açısından bu gelişmenin sonucu, verimlilik artışına dayalı bir büyüme sürecine, en azından kriz süresince ara verilmesi, ancak bunun karşısında TL'nin değersizleşmesi nenediyle sağlanan rekabet avantajının ihracatın temel dinamiği haline gelmesinin beklenmesi. Ancak dünya krizi yaşanırken ve tüm pazarlarda daralma yaşanırken bunun gerçekleşmesini beklemek hiç gerçekçi değil.
Evet, sonuçta söylenebilecek olan 2001 sonrası model kırıldı. Ancak bunun kalıcı mı yoksa geçici mi olduğunu krizin seyri belirleyecek. Bunun dışında krizin etileri konusuna gelindiğinde ise, özellikle bu sonbahar ve kış, Türkiye'de krizin etkilerinin gözlenmeye başlanacağı bir dönem olacak. Büyüme giderek yavaşlayacak, işsizlik ise artmaya devam edecek. Ancak esas etkiler için 2012'yi beklememiz gerekiyor.
Tüm bu gelişmeler karşısında geniş toplum kesimlerinin ve nispeten daha örgütlü olduğu düşünülen kesimler olan sendikaların son sürece dair değerlendirmeleri ve bu süreçle nasıl mücadele edecekleri ile ilgili herhangi bir öngörü ile malesef henüz karşılaşmadık. Ve yine malesef, bu aşama denebilir ki Türkiye toplumunun kaderi piyasa tanrılarının elinde gibi görünüyor!