27 Eylül 2018 Perşembe

Sayıştay Kalmadı, McKinsey Verelim!

Ekonomik kriz gündeminin tam ortasında yapılan ABD ve Almanya ziyaretleri, geçtiğimiz hafta açıklanan Yeni Ekonomik Plan (YEP) için dış destek sağlama çabası olarak görülebilir. 

Gezinin ilk ayağı tamamlandı. ABD Başkanı D. Trump ile ayaküstü yapılan görüşme ve Pastör Brunson'ın yakında salıverileceği haberleri dışında, pek bir gelişme olmadan New York Seferi'nin tamamlandığını düşünmüştüm, ama Hazine veMaliye Bakanı Berat Albayrak beni yanılttı. Meğerse, New York Seferi'nde çok kritik bir gelişme yaşanmış.

Erdoğan’ın Almanya Ziyaretinin Önemi

Hukuk Yok, Siyasi Garanti Verelim 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, giderek artan ekonomik kriz baskısını bir nebze de olsa hafifletebilmek için, gerek uluslararası firma temsilcileri gerekse resmi yetkililerle görüşmek üzere Eylül ayının son haftasını ABD ve Almanya ziyaretlerine ayırdı. ABD ziyaretinden hemen önce Erdoğan, Microsoft, Citibank, Google, Amazon, Philip Morris, Boeing, Pepsi Cola, Coca Cola ve IBM gibi 30 küresel firmanın temsilcileri ile buluştu. Bu sayfanın okuyucusunun aşina olacağı gibi, uluslararası yatırımların cezbedilmesi için hukuki değil siyasi güvence verilmiş. Abdülkadir Selvi’nin aktardığı şekliyle siyasi garanti konusu şu şekilde gündeme gelmiş:

‘Erdoğan toplantının sonunda şirket temsilcilerine çok önemli bir güvence veriyor: “Kendinizi ülkenizde hissedin. Sıkıntılı olduğunuzda ben buradayım” diyor.’ 

Yatırımcılara hukuki değil siyasi garanti verilmesi formülünün işlemesi için gerekli olan koşullara daha önceki yazılarda değinmiştim, o nedenle burada detaya girmiyorum. Sadece şunu belirtmekle yetineyim: Kriz ortamında bu formülün işlemesi zor. Ancak krizin dibi görüldüğünde mevcut iktidar halen siyasi garanti verebilecek pozisyonda kalmayı başarabilirse, bu formül tekrar işlemeye başlayabilir. 

25 Eylül 2018 Salı

Arjantin Dersleri: Üzülmeyi Bırakıp Merkez Bankacı Kovmanın Sevimliliği


Dünyada en yüksek faiz oranı Arjantin’de. Bahar aylarında çığrından çıkan yükseliş Ağustos ayı sonunda kuru kontrol altına almak için faizlerin yüzde 60’a yükseltilmesiyle birçok gözlemciyi serseme çevirdi. IMF ile devam eden görüşmelerde işlerin kısa zaman içinde düzeleceği görünümü vermek zorunda hisseden Mauricio Macri, Merkez Bankası Başkanını kovarak hem kitlelere hem de IMF’ye bir kurban sundu.

21 Eylül 2018 Cuma

Orta vadede hepimiz batığız

Türkiye’nin kur krizi çok hızlı bir şekilde reel sektöre sirayet etti. Baş döndürücü hızla gerçekleşen gelişmelere ekonomi yönetiminin kifayetsizliği eklenince Türkiye’deki durgunlaşma eğiliminin daralmaya dönmesi olasılığı arttı. Durum eski adıyla Orta Vadeli Program (OVP), yeni adıyla Yeni Ekonomi Programı (YEP) açıklamasıyla krizi yönetenler tarafından da kısmen kabul edildi.

Birden fazla cephede kredi arayışı


Türkiye’nin kur krizi henüz tamamına ermemiş olsa da sanki klişelerle dolu bir oyunun son sahnesine atlayıvermiş durumdayız. TOBB Ticaret ve Sanayi Odaları Konsey Başkanı’nın şirketlerin borcunun 81 milyon Türkiye vatandaşının borcu olduğunu ilanıyla birlikte geriye bir şey kalmadı. Bundan sonrası fiyat artışını eksik gösterme telaşındaki TÜİK’in bayram operasyonu ile ağustos sonu fiyat tespitlerini erkene alması ve 3 Eylül’de açıklanan son yıllık enflasyon rakamını yüzde 18’in altına indirmesi gibi acıklı sahneler eşliğinde ilerliyor.

Tilki vaaz vermeye başladığında...


Türkiye’nin kur krizi daha sönümlenmeden gelen halktan fedakarlık bekleyen açıklamalar karşısında, Türkçe’ye “tilki vaaz vermeye başladığında gözünüz tavuklarda olsun” şeklinde çevrilebilecek İngiliz atasözü akla geliyor. Son birkaç haftada hepimizin aynı gemide olduğuna dair o kadar çok açıklama yapıldı ki, sonrasında özel sektörün borcunun aslında hepimizin borcu olduğu yönlü beyanların gelmesi de beklenebilir.

Dışarıdan sermaye girişlerine bağlı ekonomik yapıda özel sektörün borcu ve bilhassa yabancı para cinsi borcu, ancak olumlu uluslararası koşullar altında çevrilebilecek bir seviyeye yükseldiği sıralarda küresel finansal koşullar değişti. Kur krizi, şirketler kesiminin yabancı para cinsi borcunun fazlalığı nedeniyle önümüzdeki aylarda bir reel sektör krizine dönüşebilir ve 15 Ağustos’ta çıkarılan borç yapılandırma yönetmeliği de politika yapıcıların reel sektörün borç sorununun daha karmaşık hale gelmeden ertelenmesi amacını benimsediğini gösteriyor.

Şok Faiz Artışı, Batık Krediler ve İflas Ertelemeleri

2013 yılı, pek çok açıdan yakın dönem Türkiye için bir dönüm noktası idi. AKP’yi 2002’den beri şaşmadan iktidarı getiren neoliberal popülist modelin krizi 2013’te başladı. Ekonomik büyüme yavaşlamaya yoluna girdi, neoliberal popülizmin alamet-i farikalarından olan finansal içerilme durdu, gelir artmadan harcamaların artabilmesi ‘mucizesinin’ yaldızları dökülmeye başladı. Kısacası ‘büyü’ bozuldu. Yani, aslında 2013’te tıkanan model, o tarihten itibaren bir ‘zombi’ olarak varlığına devam ediyor. 

Aşağıdaki verilerden de görülebileceği gibi, 2016’da bir darbe teşebbüsü olmasaydı dahi, ekonomik zorluklar yoğunlaşacaktı. 2016’nın üçüncü çeyreğinde yaşanan daralma, 2017 referandumunu ve sonrasındaki seçimleri kazanmaktan başka seçeneği olmayan mevcut iktidar açısından alarm niteliğindeydi. İktidarı garantilemek için yaratıcı seçenekler devreye sokuldu ve bir ‘geleceğe kaçış’ planı uygulamaya kondu. 

Şimdi geleceğe kaçış öncesine, yani 2016’ya dönüyoruz. Ama iki farkla. İlki siyaseten rejim değişimi hedefine ulaşmış bir iktidar var artık. İkincisi, iktisadi olarak, ilkinin maliyeti nedeniyle ekonomi 2016’dan çok daha kötü bir durumda. İki veri[2] ile gidişatı değerlendirip, konuyu geçtiğimiz hafta sonu yapılan ‘teknik iflasların’ 2023’e kadar ertelenmesi düzenlemesine getirerek, şok faiz artışının olası sonuçlarına değineceğim. 

13 Eylül 2018 Perşembe

TCMB'nin 13 Eylül Kararı: Sert Daralma Geliyor

Para Politikası Kurulu toplantısı sonucunda gelen % 6.25'lik faiz artırımı, zaten içinde girdiğimiz ekonomik yavaşlama sürecinin daha da hızlanmasına neden olacaktır. Önümüzdeki dönemde sert bir resesyon, neredeyse garantilemiştir. TCMB, bunu açıklamasında 'iç talepteki yavaşlama hızlanmaktadır' diyerek teyit ediyor. 

8 Eylül 2018 Cumartesi

Faiz ve Neoliberal Popülizm Krizi

Önceki yazılarda, merkez bankasının faiz artışı yapıp yapmamasının sadece teknik bir karar olmadığının altını çizmeye çalıştım. Döviz-faiz kıskacına sıkıştırılmış Türkiye ekonomisinin bir birikim rejimi krizi, yani yapısal bir kriz yaşadığını, ekonomi politikasındaki kilitlenmenin bunun bir görünümü olduğunu ve faiz konusundaki tartışmayı bu çerçeve ele almak gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, mevcut kriz koşullarında ekonomi yönetimin önündeki seçenekleri ve bu seçeneklerin olası sonuçlarını geçtiğimiz hafta değerlendirmiştim. Bu yazıda konuyu, neoliberal popülizmin krizi bağlamında açıklayacağım.