26 Nisan 2017 Çarşamba

Küresel Ara Rejim

İki haftadır dünya ekonomisinde korumacılığın yükselişi ya da tersten bakarsak “küreselleşmenin düşüşü” tartışmaları üzerine gözlemlerime yer veriyorum. İlk yazıda, son yıllarda ABD’deki korumacı eğilimlerin arttığına ve bu artışın Çin’den gelen rekabetle olan ilişkisine değinmiştim. İlk yazının temel argümanı şu idi: “günümüz dünya sistemi eski hegemonik devletin gerilediği, yenisinin ise net olarak ortaya çıkamadığı bir ‘ara dönem’ görüntüsü veriyor”.

İkinci yazıda ise, ne oldu da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel ticaretin gelişimine önderlik eden ABD, günümüzde korumacı politikalara yöneldi sorusu üzerinde durdum. Bu yazıda da günümüzde ABD’de yükselen korumacı eğilimlerin, sermayenin uluslarasılaşması sürecinde bir geri çekilmeden çok, bunun maliyetlerinin mekânsal olarak nasıl bölüştürüleceği ve bu maliyetin hangi ülkelerdeki, hangi sınıflar tarafından üstlenileceği konularındaki belirsizlikten kaynaklandığını ileri sürdüm. Bu serinin üçüncü yazısında ilk yazıda değindiğim küresel “ara rejimin” özelliklerini ele alacağım.


Thucydides Tuzağı

ABD Ulusal İstihbarat Konseyi başkanı ve Harvard Üniversitesi’nde profesör olan Joseph S. Nye, bu yılın başında “The Kindleberger Trap” başlıklı ilginç bir yazı kaleme aldı. Nye yazıda, Çin Devlet Başkanı’nın Xi Jinping’in referans verdiği Thucydides Tuzağı’na karşı ABD’nin olası pozisyonunu Kindleberger Tuzağı üzerinden tartışıyor.

Thucydides Tuzağı, tıpkı Antik Yunanistan’da Atina’nın, zamanın büyük gücü olan Sparta’ya karşı yükselişinin savaşla sonuçlanması gibi, günümüz dünya sisteminde mevcut hegemonik devletin (ABD) yükselen yeni bir süper güç karşısındaki (Çin) korkusunun savaşla sonuçlanabileceğini anlatmak için kullanılıyor. Çin devlet başkanı, günümüzde ABD’nin Thucydides Tuzağı’na düşülmemesi gerektiği uyarısını yaparak, yükselen yeni hakim güç olduklarını resmen ilan etmiş oluyor.


Kindleberger Tuzağı

Nye, Jinping’in yaptığı Thucydides Tuzağı uyarısına karşı ABD pozisyonunu açıklamak için Kindleberger Tuzağı’nı kullanıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın yeniden imarını sağlayan Marshall Planı’nın mimarı olarak bilinen Charles Kindleberger’e göre 1930’lu yıllardaki felaketlerin yaşanmasının nedeni, ABD’nin yükselen bir güç olarak Büyük Britanya’nın yerini almaya başlamasına rağmen, hegemonik devletin sağlaması gereken “küresel kamu mallarını” üretmekteki başarısızlığıdır.

Kindleberger’in sözünü ettiği küresel kamu malları, uluslararası finansal sistemin kurulması, uluslararası para ve ticaret sisteminin oluşturulması ve ekonomik-siyasal-finansal istikrarın sağlanmasıdır.

Bu bağlamda Kindleberger Tuzağı, eski hakim gücün gerilediği, yeni hakim gücün ise tam olarak ortaya çıkmadığı, uluslararası sisteme istikrarsızlığın hakim olduğu ve bu istikrarsızlıklara genellikle büyük ekonomik krizlerin eşlik ettiği tarihsel dönemleri ifade eder. Bu serinin ilk yazısında bahsettiğim gibi, bu durum uluslararası sistem açısından bir “ara rejimi” olarak görülebilir.

Emperyalizm

Yukarıda açıkladığım iki durum, esasında geçtiğimiz yüzyılın başlarında yoğun bir şekilde yürütülen klasik emperyalizm tartışmasında da bulunabilir. Zamanın hegemonik devleti olan Büyük Britanya’nın karşısında ABD’nin ve Avrupa’daki diğer ülkelerin hızla kapitalistleşmesi, Britanya’nın gerilemesiyle sonuçlanmıştır.

Lenin ve Bukharin’in, Kautsky’nin “barışçıl kapitalizm” tezine karşı vurguladıkları gibi emperyalizm, kapitalist ülkeler arası rekabeti daha da kızıştıracak ve savaş eğilimlerini hızlandıracak bir dinamik yaratmaktadır. Nitekim, süreç I. ve II. Dünya Savaşlarının yaşanmasıyla birlikte erken dönem emperyalizm tartışmalarında öne sürülen öngörülerin doğrulanmasıyla sonuçlandı. Yani küresel sistem her iki tip tuzağa (Thucydides ve Kindleberger) aynı anda yakalandı.


Küresel Ara Rejim

Sermayenin uluslararasılaşmasının farklı evrelerine göre yeniden şekillenen emperyalizm ya da hakim küresel sistem ve onun aktörleri arasındaki güç dengesindeki göreli değişim, 2008 krizinden sonra yeniden alevlenen korumacılık-serbest ticaret tartışmasının arka planında yatan dinamiktir. Bu dinamiğin aldığı güncel biçim ise “küresel ara rejim” olarak tanımlanabilir. Esasında küresel ara rejimin başlangıcı 1970’lerdeki krize kadar götürülebilir ancak 2008 krizi sonrası daha da belirginleşmiştir. Bu ara rejimin temel özelliklerini ise şöyle sıralayabiliriz:

1. Uluslararası para ve finans sistemindeki istikrarsızlıkların artması,

2. Sermayenin uluslararasılaşmasının maliyetlerinin hangi ulus devletler ve bu ulus devletlerdeki hangi sınıflar tarafından üstlenileceğinin belirsiz olması,

3. 1945 sonrasının hakim gücü olan ABD’nin ekonomik anlamda göreli gerilemesi,

4. Hakim gücün göreli gerilemesine karşı, rakip güçlerin (en kuvvetlisi Çin) henüz hakim gücün yerini alacak düzeye gelememesi.

İçinden geçmekte olduğumuz küresel ara rejimin Türkiye düzeyindeki geç kapitalistleşen ülkelere yansımalarının neler olabileceği konusu ise haftaya kalsın.



[1] Bu yazı, 23.04.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/04/24/kuresel-ara-rejim/