31 Aralık 2017 Pazar

Kriz Notları'nda 2017'nin İlk 5'i

Kriz Notları'nda 2017'nin en çok okunan yazılarını derledik. İlk 5, kriz kaygısının yoğunluğuna, Varlık Fonu konusundaki meraka ve borç çevrimindeki belirsizliklere işaret ediyor. 

14 Aralık 2017 Perşembe

Örtülü Para Politikası ve Bir İletişim Faciası

14.12.2017 tarihinde TCMB’nin yaptığı Para Politikası Kurulu kararı ile Geç Likidite Penceresi faizini yarım puan artırıldı. Ancak TCMB kamuya açık olmayan toplantılarda yatırımcılara verdiği sözün altında bir artış yaptığı fikri baskın hale geldiğinden, TL’de hızlı değersizleşme yaşandı. Yani TCMB’nin bu hamlesi ile hem faiz, hem kur artışı yaşanmış oldu. Özetle yaşanan tam bir iletişim faciası.

22 Kasım 2017 Çarşamba

Çalkantı, kriz ve bir devlet bankasının hikayesi

Hikaye çatısı gerçekten acıklı: devlet mülkiyetinde olan, 80 yaşında dolayısıyla bir finansal kuruluş için erişkin yaşta denebilecek bankanın önce özelleştirilmeye çalışılması, sonra çoğunluk hissesi devlette ve fakat Özelleştirme İdaresi’nde olan bir bankaya dönüşümü, 2008-09’da yeniden fark edilen faydalarıyla yeni bir hayata kavuşması ama bu hayatın Varlık Fonu’nun evlatlığına dönüşmekle yeni bir çalkantı evresine girmesi ve çapsız bir dolandırıcının itirafları nedeniyle isim değişikliğine uzanması (ya da uzanma ihtimali) ve bunun aileyi toptan yıkıma sürüklemesi. Fazla melodramatik, senaryo olsa yüzüne bakılmaz…

15 Kasım 2017 Çarşamba

Borç finansmanı değil absürt bir iktidar savunusu

Hazine Müsteşarlığı’nın kendisine yönelik eleştirilere cevaben 1 Kasım’da “Borç ve Nakit Yönetimine İlişkin Basın Açıklaması” gerçekleştirmesinin ardından kısa süreli bir tepki bombardımanı yaşandı. Ekim sonunda yayımlanan 2018 finansman programı ile birlikte değerlendirildiğinde bu belge Hazine Müsteşarlığı’nın konumu açısından önemli göstergeler sunuyor.

2 Kasım 2017 Perşembe

“Son Dönemeç” Öncesi Gidişat: Geleceğe Kaçış Planı

Express yazılarıma bir süredir ara vermek zorunda kaldım. 2017’nin başına en son #Express149’a yazdığım yazının başlığı “Sagflasyonist Sıkışma” idi. O günden bu güne yaşanan sıkışma ertelendi ancak aşılamadı. 2019’daki “son dönemeç” öncesi tüm dikkatler ekonominin büyük bir sorun çıkarmasını önleyecek şekilde yönetilmesine yoğunlaştırılmış durumda. Bu yazıda, 2007-2008 krizinin başlangıcının 10. yılını arka fona alıp, dünya ekonomisindeki ve siyasetindeki temel değişimlerden yola çıkarak Türkiye’deki ekonomi-politik gidişatın güncel başlıkları üzerinde durdum. 

23 Ekim 2017 Pazartesi

Yargı Bağımsızlığı Gerilerken Yatırımcı Nasıl Güvende Olabiliyor?

Dünya Ekonomi Forumu (WEF), 2017-2018 dönemi Küresel Rekabetçilik Endeksi geçtiğimiz hafta yayımladı. Türkiye ile ilgili çarpıcı veriler var. Bu yazıda daha önce de farklı vesilelerle üzerinde duruğum bir konuya değineceğim. Yazının özü şu: Endeks’teki bazı veriler, liberallerin ve ana muhalefet partisinin pek sevdiği, “hukuk yatırımların güvencesidir” söylemini sarsıcı nitelikte. Nasıl mı? Gelin bakalım.

“Batı’nın” Liderlik Krizi

Bu yılın Nisan ve Mayıs aylarında, bir dizi yazı ile dünya siyasetinde ve ekonomisinde son dönemde yaşanan gelişmeleri anlayabilmek için “küresel ara rejim” kavramının kullanılabileceğini önermiştim. Bu yazı ile seriyi devam ettirerek, birkaç ekleme yapacağım.

1 Ekim 2017 Pazar

AB’de Siyasi Kriz Derinleşiyor

Geçtiğimiz hafta, Almanya’nın başkenti Berlin’de, “21. Yüzyılda Eşitsizlikler ve İstikrarsızlıkların Siyasal İktisadı” başlıklı uluslararası bir konferans düzenlendi. Pek çok ülkeden gelen katılımcılarla gerçekleşen konferansta, eleştirel siyasal iktisat perspektifinden bakan çok sayıda güncel araştırmanın sonuçları sunuldu. Gündem tabi ki 2008 krizi sonrasında dünya ekonomisinde ve siyasetinde yaşanan gelişmeler idi. Bu yazıda, Dr. Thomas Sablowski’nin bahsettiğim konferansta yaptığı “Büyük Resesyondan Bu Yana Avrupa Birliği’nde Kapitalizmin Gelişimi” başlıklı sunuşu üzerinden Avrupa’daki güncel politik gelişmelerle ilgili bazı gözlemlerime yer vereceğim.

27 Eylül 2017 Çarşamba

“Alman Mucizesinin” Karanlık Yüzü

Almanya’daki seçimler, pek çok açıdan kritik bir dönüm noktası idi. Seçimlere damgasını vuran tartışmasız bir şekilde faşist sağ “Almanya için Alternatif” (AfD) partisinin hızlı yükselişi ve parlamentoda üçüncü büyük parti haline gelmesi oldu. Bu yükselişin diğer yanında Hristiyan demokratların ve sosyal demokratların, yani sözde Büyük Koalisyon’un çöküşü var. Seçim sonuçları ile görüldü ki, pek çok ana akım yorumcunun söylediğinin aksine Almanya yükselen sağ popülist dalgadan muaf değil. Bu yazıda iki noktayı açmak istiyorum. İlki şu: AfD’nin yükselişinin gerisindeki nedenlerden biri, “Alman mucizesinin” karanlık yüzü olan emek piyasalarının esnekleştirilmesi. İkincisi de şu: AfD’nin yükselen oyu, “yeni normal” hale gelen sağ popülist dalga içinde bir kırılma noktasını ifade ediyor olabilir.

23 Eylül 2017 Cumartesi

Varlık Fonu’ndaki Kriz Neyi Gösteriyor?

Geçtiğimiz hafta Türkiye Varlık Fonu (TVF) başkanı görevden alındı. Türkiye ekonomisi için bir kurtarıcı olarak lanse edilen Fon, kuruluşunun üzerinden bir yıl geçmesine rağmen henüz herhangi bir varlık gösteremedi. Bunun farklı nedenleri sıralanabilir ancak kanımca temel sorun, Türkiye’de temel ekonomi politikası tercihleri ve bu tercihleri uygulayacak kurumların hangileri olduğundaki belirsizlik. 

Geçtiğimiz haftaki yazımda, “Türkiye ekonomisi, herhangi bir anlamlı ekonomi politikası tartışması yapılabilecek bir düzeyde değildir, tüm menzili 2019 seçimlerine odaklanmış bir örtülü ekonomi haline gelmiştir” derken, kast ettiğim biraz da buydu. Bu yazıda, TVF özelinde bir kere daha ortaya çıkan sorunların basitçe AKP içi gerilimlerden kaynaklanmaktan ziyade, daha yapısal kökleri olduğuna işaret edeceğim.

21 Eylül 2017 Perşembe

Örtülü Ekonomi

Türkiye’de para politikası, kriz eğilimlerinin yoğunlaşması üzerine Ocak 2017’de değişti. Merkez bankasının resmi politika faizi fiili olarak tedavülden kalktı. Fiili durum-hukuki durum gerilimi, fiili durum lehine çözüldü ve para politikası örtülü alana geçti. Maliye politikası ise, kamu garantileri konusunda epeydir şeffaflıktan uzaklaşmıştı, son olarak ekonomik krizden çıkışı sağlayan Kamu Garanti Fonu tarafından sağlanan destekler konusunda da yeterli açıklamalar yapılmadı. Sonuçta, para politikasından maliye politikasına, karşımızda örtülü bir ekonomi var. Oluşan bu örtülü ekonominin menzili 2019 seçimleri.

19 Eylül 2017 Salı

Sanayi 4.0 Distopyası

Biraz da Hollywood’un etkisiyle olsa gerek, robotik teknolojinin gelişmesi büyük ilgi topluyor. Geçenlerde, Yapay Zeka uygulamalarının kendi aralarındaki iletişim sırasında yeni bir iletişim dili geliştirmeleri üzerine “fişlerinin çekildiği” yönündeki asparagas bir haber, web sitelerinin çok okunanlar listelerinde üst sıralarda yer aldı. Çeşitli Yapay Zeka uygulamaları ya da robotik teknolojinin üretime uygulanması, genellikle Sanayi 4.0 olarak anılıyor. Sadece sanayi üretimi değil söz konusu olan, hizmet sektöründe, hatta kişiselleştirilmiş “akıllı” hizmetlerde de bu yeni teknolojik gelişmeler uygulanabiliyor. 

Robotik teknolojilerin üretimde uygulanması üzerine geçenlerde yazdığımda konuyu şurada bırakmıştım: “Meselemiz, robotik teknolojinin gelişiyor olması değil. Mesele kapitalizmin üretim yapısı nedeniyle bu gelişmelerin orta vadede kriz dinamiklerini tetiklemesi ve kısa vadede de işsizliğin yapısal olarak artacak olmasıdır.” Kaldığım yerden devam edeyim: Sanayi 4.0 ile birlikte bir sonraki büyük bulanım artık daha yakın!

18 Eylül 2017 Pazartesi

Emeğin Gücü Gerilerken, Demokrasi Gelişebilir Mi?

Geçtiğimiz hafta Tarık Ziya Ekinci, Gazete Duvar’da yer alan “AK Parti'nin Yeni Türkiye'si Kapitalizm Öncesi Devlet Projesidir” başlıklı yazısı ile değişik tonlarda da olsa Türkiye’de yaygın bir şekilde kabul gören bir fikri farklı bir şekilde dile getirdi. Doç. Dr. Galip Yalman’a referansla söylersek, bu “muhalif ama hegemonik” fikir kabaca şudur: “Tükiye’de burjuvazi yok, o nedenle demokrasi yok”. Bir adım daha atarak neden burjuvazi yok diye sorduğumuzda, çünkü devlet çok güçlü, ihaleleri dağıtıyor vs. yanıtını alıyoruz. Bu yaygın liberal argüman, Türkiye’deki eleştirel sosyal bilimler camiasında defalarca konu edildi ve sayısız kere çürütüldü. Bu yazıda böylesine kapsamlı bir çabaya girişmeyeceğim. Dikkat çekeceğim soru şu: bir ülkede emeğin gücü sistematik olarak geriletilirken demokrasi gelişebilir mi?

6 Eylül 2017 Çarşamba

Sağ Popülizmin Polonya’daki Yükselişi

Polonya geçtiğimiz günlerde iki vesileyle uluslararası kamuoyunun gündemine geldi. Bunlardan ilki, Almanya’nın Hamburg kentinde gerçekleştirilen G20 zirvesi öncesinde ABD Başkanı D. Trump’ın Polonya’yı ziyaret etmeyi tercih etmesiydi. Trump’ın Varşova’da 15 bin kişiye hitaben bir konuşma yapması, Avrupa Birliği (AB) ile gerilimler yaşadığı günlerde iktidarda olan Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) hükümetine açık uluslararası destek anlamına geliyor.

6 Ağustos 2017 Pazar

Almanya-Türkiye Gerilimi ve Yatımların Geleceği

Olağanüstü Hal (OHAL) şartlarında yaşamak sermayenin ilk tercihi olmayabilir ancak bu, OHAL altında yatırımlar ve büyüme duracak anlamına gelmiyor. Zira siyasal rejimi demokrasi olmayan ülkelerde de canlı ekonomik büyüme dönemlerinin görülmesi bir istisna değil. Bu basit gerçek, zaten “hukuk ve demokrasi yoksa yatırım gelmez” şeklinde formüle edilen argümanın naifliğini gösteriyordu. Argümandaki zayıflık, kapitalizmle ile demokrasi arasındaki durumsal ilişkiyi yapısal olarak görme yanılgısından kaynaklanıyor. Bu yazıda, Almanya-Türkiye arasında son günlerde yaşanan gerilimin ekonomi alanına da yansıma ihtimalinin ortaya çıkması vesilesiyle yukarıdaki argümanı biraz daha detaylandıracağım.

Alternatifler ve Sınırları

Geçtiğimiz hafta, kapitalizmin derin bir bunalımdan geçtiğini ve bunalımın sadece iktisadi krizden ibaret olmadığını, siyaseten de yaşandığını belirtmiştim. Bunalımı tarif eden pek çok özellik var ancak siyasi liberalizm ile ekonomik liberalizmin giderek ayrışması bunlar arasında en önemlilerinden biri. Bu koşullarda, mevcut bunalımın aşılması için olası alternatiflerden olan, 1950-1973 arasındakine benzer sosyal devlet uygulamalarının tekrarlanabilir bir model olmaktan çok, kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde özgün bir dönem olarak değerlendirilmesinin daha isabetli olacağına işaret etmiştim. Yazı ile ilgili okurlardan gelen yorumlar üzerine bazı hususları biraz daha detaylandırmam gerektiğini fark ettim. 

Bu yazıda James O’Connor’ın 1970’li yılların sonlarında çok ses getiren Devletin Mali Krizi kitabından esinlenerek, neoliberalizmin alternatifleri bahsinde, ekonomik model seçiminin yapısal sınırları üzerinde duracağım. O’Connor kapitalist toplumlarda devletin kimi zaman birbiriyle çelişebilen ya da örtüşebilen iki işlevi olduğunu ileri sürer: sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak ve birikimin toplumsal meşruiyetini sağlamak. Aşağıda, O’Connor’ın sözünü ettiği bu iki işlevin, aynı zamanda politika yapıcıların ekonomik model seçiminin de sınırlarını oluşturduğunu ileri süreceğim.

28 Temmuz 2017 Cuma

Türkiye’de Borçlanma Limiti Neden Değiştiriliyor?

Türkiye’de ilginç bir kanun değişikliği gerçekleşecek. Belki de bir OHAL kararname maddesi ile Türkiye’nin borçlanma limiti değiştirilecek ya da geçiçi bir maddeyle borç limiti krizi savuşturulacak.

21 Temmuz 2017 Cuma

Kriz ve Alternatifler: Sosyal Demokrasinin Krizi

Küresel kapitalizm derin bir bunalım içinde. Bunalım, sadece 2008 krizi sonrası bir türü güçlü ekonomik toparlanmanın gerçekleşmemesi ile tanımlanmıyor. Aynı zamanda, merkez kapitalist ülkelerde krizden çıkış için uygulanan ekonomi politikalarının bizzat krizin nedeni olan politikalar olması ekonomik bunalımın siyaseten de yansımalarını ortaya çıkarıyor. “Daha fazla neoliberalizm” olarak özetlenebilecek ekonomi politikası tepkisi, siyaseten geniş kesimlerin mevcut düzen partilerinden umutlarını kesmeleriyle sonuçlandı. Kabaran bu hoşnutsuzluğu kapsayabilecek, yeterince gelişkin bir sol alternatifin yokluğunda, sağ popülizm şimdilik yükselen bir siyasal akım olarak öne çıkıyor. Yani, ekonomik zorluklara eşlik eden demokrasinin krizi, güncel bunalımın bir diğer özelliği. 

Tüm bu gelişmeler “küresel ara rejim” başlığı altında tartışılabilir. Ancak bu yazıda mevcut bulanımdan çıkış için alternatifler üzerine yapılabilecek tartışmalardaki çıkış noktasının neler olabileceği üzerinde durmaya çalışacağım. Takdir edersiniz ki mesele bir yazıyla tüketilemeyecek kadar kapsamlı. O nedenle bu yazının tartışmaya mütevazı bir giriş olarak değerlendirilmesi yerinde olur.

13 Temmuz 2017 Perşembe

Kritik Dönemeçte 180 Günlük Plan

Türkiye ekonomisinde 2016 sonlarında görülen stragflasyonist sıkışma, alınan önlemlerle bir süreliğine de olsa atlatıldı ancak biriken temel ekonomik sorunlarla ilgili atılan ciddi bir adım henüz ortada yok. Anaakım iktisatçıların “yapısal reformların gerekliliği” söylemi sürerken, Başbakan Yıldırım, “reform devrimi gerçekleştireceğiz” açıklamasıyla çıtayı biraz daha yükseltti. Ancak şimdi gündemde, Cumhurbaşkanı’nın bakanlıklardan gelecek bilgilerle hazırlanmasını istediği 180 günlük plan var. Açıklamalardan anlaşılan, bunun ardından 2018 için bir yıllık bir hazırlık daha yapılacak. Peki, planlama ufku neden 6 ay ile 1 yıla sıkışmış durumda? Bunun nedeni, 2019’da yapılacak olan, ülkenin kaderini tayin edici nitelikteki Cumhurbaşkanlığı seçimleri. 

8 Temmuz 2017 Cumartesi

G20 Hamburg Zirvesi: Almanya’nın Yükselişi ve Küresel Ara Rejim

Önümüzdeki hafta sonu (7-8 Temmuz 2017) G20 zirvesi Almanya’nın Hamburg kentinde yapılacak. G20 platformu, 2008 krizi sonrasında G7’nin genişletilmesiyle oluşturuldu. Böylelikle dünya ticaretinin yüzde 80’ini, üretiminin yüzde 85’ini ve nüfusunun üçte ikisini kapsar genişlikte bir forum halin geldi. Temel işlevi 2008 sonrasında krizden çıkış adımlarının eşgüdümlü bir şekilde planlanması idi. Ancak son dönemde G20’ler, “küresel ara rejimin” semptomlarını izleyebileceğimiz platformlardan biri olarak da öne çıktı. Bu zirveye damgasını vuracak olan gelişme, gerileyen ABD hegemonyasına karşı Almanya’nın yükselişi olacak.

2 Temmuz 2017 Pazar

Borçlan(dırıl)ma, Çalışma İlişkileri ve Siyasal Davranış

Geçen haftaki yazıda, kadrajı en yoksulların borçlan(dırıl)masına odaklamıştım. Bu hafta, odağı artan borçlan(dır)manın çalışma yaşamı ve siyasal davranış üzerine olası etkilerine doğrulttum. Haftaya da, daha panaromik bir görüntü elde edebilmek için, finansal içerilmenin nasıl bir sürecin parçası olduğuna değinmeyi planlıyorum.

24 Haziran 2017 Cumartesi

En Yoksulların Borçlan(dırıl)ması

Finansallaşma öncesi dönemde kredi kartı değil kumbara modaydı. Yaşı 40’lara yaklaşanlar hatırlar, evlerde dahi küçük meblağların biriktirilebileceği kumbaralar, çocukları tasarrufa özendirmek için bulundurulurdu. Ancak finansallaşma dönemiyle birlikte kumbaraların modası geçti, şimdi devir tüketim ve kredi kartı devri. Tasarruf değil tüketim özendiriliyor ama gelir artışının arzulanan tüketim seviyesini tutturması için yeterli olmadığı durumda borçlanma bir zorunluluk haline geliyor. Yani yaşadığımız borçlanma değil borçlandırılma aslında. Aşağıda birkaç veriyle bireysel borçlanmada nereden nereye geldiğimize değineceğim. Vurgulamak istediğim, geliri asgari ücretin de altında olanların, yani en yoksulların, finansallaşmanın öncelikli hedeflerinden biri olduğu. Bunun siyasi sonuçlarını tartışmayı bir sonraki yazıya bıraktım.

16 Haziran 2017 Cuma

Liberalizmin “Büyük Yanılgısı”

Liberalizmin temel tarih okuması kabaca şöyle: kapitalizmin gelişimi, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının gelişimiyle el ele gider. Bu argüman ana akım siyaset biliminin olduğu gibi, 1945 sonrası ortaya çıkan kalkınma çalışmalarının da temelidir. Türkiye’de bu argümanın alıcısı çok. Soldan ya da sağdan pek çok önemli isim, piyasa ilişkilerinin gelişimi ile birlikte demokrasinin de gelişeceğine inanıyor. 

Özellikle AKP dönemi, bu yaklaşımın Türkiye’deki siyasal analize tam anlamıyla hakim olduğu bir dönem oldu. Bu hakim yaklaşıma göre, 2002-2007 arasındaki AKP’nin ilk dönemi ekonomi ile demokrasinin el ele gelişimine verilebilecek en güzel örnekti. Ancak 2007 sonrasındaki “demokratik duraklama” nedeniyle ekonomide işler kötüye gitmeye başladı. “Kapsayıcı olmayan kurumlar” ekonomik gelişmenin önünde engel olmaya başladı. Aşağıda, bu yaygın kanıya itirazlarımı sıralamaya çalışacağım. Bu tartışmayı iki nedenle önemsiyorum. İlki, muhalif kesimler arasında bu yanılgının hakim olması, stratejik açıdan sinizmi ve apolitikliği yeniden üretiyor. İkincisi, insanları güçsüzleştirerek, olası bir ekonomik krizi bir kurtarıcı olarak görmelerine yol açıyor.

10 Haziran 2017 Cumartesi

Hafriyatçı Birikim

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada İstanbul’da 7 büyüklüğünde bir deprem olduğunda 600 bin binanın yıkılabileceğini söyledi. Ancak bu açıklama, deprem konusunda yapılmış yeni bir bilimsel çalışmanın sonuçlarının kamuoyuna duyurulması sonucunda gerçekleşmedi. Özhaseki’nin amacı, farklı sorunlar nedeniyle durma noktasına gelen büyük ölçekli kentsel dönüşüm projelerine yeni bir ivme kazandırmak için bir hazırlıkları olduğunu açıklamak idi. 

Bu hazırlığın, hem ekonomi yönetiminin geleceğe kaçış planı ile hem de Cumhurbaşkanı’nın yakında açıklayacağını öğrendiğimiz 2019’a kadar uygulanacak ekonomik yol haritası ile uyumlu olduğunu anlıyoruz. Gündemde olan “hafriyatçı birikim”[1]. “Hafriyatçı birikim” tabiri yeni bir teorik çerçeve ya da bir soyut bir kavram değil, basit bir betimleyici. Betimlediği, 2019’a kadar ekonominin ana yörüngesi.

3 Haziran 2017 Cumartesi

Sorun Kapitalizm, Robotlar Değil!

Makinelerle insanlar arasındaki olası bir savaş, bilim kurgunun ve distopyanın önemli temalarından biri. Konunun uzmanları Yapay Zeka (AI) uygulamalarının gelişimi ile birlikte robotların insanları pek çok alanda geçebileceğini tahmin ediyor. K. Grace vd. tarafından yapılan araştırmaya göre ilgili uzmanlar AI uygulamalarının 2024 yılında çeviri alanında, 2026’da lise düzeyinde kompozisyon yazmada, 2027’de kamyon kullanmada ve 2049’da çok satan kitaplar yazmada insanları geçeceklerini tahmin ediyorlar. İnsanların yaptığı tüm işlerde tam otomasyon için ise sadece 120 yıl daha beklememiz gerekiyor. 

Henüz bunları abartılı bulanlar çoğunlukta olsa da bu gelişmelerin bir kısmının dahi hayata geçmesi durumunda kitlesel işsizliğin ortaya çıkması, tartışılan en önemli risklerin başında geliyor. Makinelerle insanların sanayi devrimi başlarındaki ilk karşılaşmalarında makine kırıcıların romantik tepkisi etkisiz kalmıştı. Ancak insanlık kapitalist üretim tarzına boyun eğmeyi sürdürdükçe şimdiki karşılaşma, çok daha maliyetli olacak.

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Ekonomide Durum: Geleceğe Kaçış

Türkiye ekonomisi üzerine en son Ocak sonunda yazmıştım. Ocak sonunda, ekonomi stagflasyonist bir sıkışmanın eşiğindeydi, merkez bankası dolardaki yükselişi durdurma ve ekonomik durgunluğun aşılması gibi zorlu bir ikilemle karşılaşmıştı. Şimdi sonuçlarını daha iyi görebildiğimiz “örtülü faiz artışı” süreci bu ikilemden çıkış için formüle edildi. Bu yazıda, (i) 2014 ve 2017’deki iki faiz artış sürecinin farklı şekillenmesinin nedeninin ekonomik konjonktür olduğuna, ve (ii) ekonomideki stagfasyonist sıkışmanın maliye politikasının göreli gevşemesi ve kredi genişlemesi sayesinde ertelendiğine işaret edeceğim.

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Banka Senedi: Bir "Geleceğe Kaçış" Denemesi

Finansallaşma, basitçe, ekonomide finansal faaliyetlerinin payının giderek artması olarak tanımlanıyor. Türkiye ekonomisi finansallaşama ile yakın zamanda tanıştı. Finansallaşmanın ilk aşamasında odak noktası kamu borcunun çevrilmesiydi. İkinci aşamada firma ve hanehalkı borçlanması öne çıktı. Ancak ekonomik yavaşlama, ikinci aşamanın derinleşmesinde tıkanıklıklar yaşanmasına neden oluyor. 

Son dönemde geliştirilen yeni menkul kıymetleştirme (securitization) mekanizmaları ile bu tıkanıklık aşılmaya çalışılıyor. Geliştirilen mekanizmalardan ilki (imar hakkı transferi ve gayrımenkul sertifikası sistemi ile) kent mekânının metalaştırılmasına dayanıyordu. İkincisi, Türkiye Varlık Fonu aracılığıyla kamu varlıklarının teminat gösterilerek yeni finansman olanaklarına kavuşulması idi. Üçüncüsü ise, yakında çıkarılacağı ilan edilen “banka senedi”. Bununla da bankacılık sisteminin taşıdığı kredi riskini Merkez Bankası’na aktarmanın kapısı açılıyor. Bu yazıda üçüncüyü ele alacağım.

14 Mayıs 2017 Pazar

Son Küresel Ara Rejim ve Yükselen Piyasalar

Geçtiğimiz hafta ilk küresel ara rejim sırasında (1913-1950) merkezkaç hareketin yükselişine, 1945 sonrasında geç kapitalistleşen ülkelerin sisteme entegrasyonlarına ve 1970’lerdeki kriz sonrası “yapısal uyum” politikalarının öne çıktığına işaret etmiştim. Yazının sonunda da hakim gücün (ABD’nin), kendisine rakip güçlerin gelişiminden endişelenmesi için yeteri kadar gerekçenin olduğunu belirtmiştim.

Bu haftaki yazıyla korumacılığın yükselişi ve küresel ara rejim serisine bir virgül koymuş olacağım. Bu haftaki sorumuz şu: nasıl ilk küresel ara rejim geç kapitalistleşmiş ülkelerde merkezkaç hareketin güçlenmesini tetiklediyse, ikinci küresel ara rejimde de benzer bir gelişmenin yaşanmasını bekleyebilir miyiz?

Küresel Ara Rejim ve Merkezkaç Hareket

Geçtiğimiz hafta, korumacılığın yükselişi serisinin üçüncü yazısında dünya genelinde içinden geçmekte olduğumuz siyasal ve iktisadi konjonktürü “küresel ara rejim” olarak tanımlamayı önermiştim. Küresel ara rejimin en belirgin özelliği şu idi: “hakim gücün (ABD) göreli gerilemesine karşı, rakip güçlerin (en kuvvetlisi Çin) henüz hakim gücün yerini alacak düzeye gelememesi”. Bu durumda dünya ekonomisinde ve siyasetinde istikrarsızlığın artması, küresel ara rejimlerin bir başka temel özelliği. Serinin dördüncü yazısında, küresel ara rejim döneminde Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerin konumu üzerinde duracağım. 

26 Nisan 2017 Çarşamba

Küresel Ara Rejim

İki haftadır dünya ekonomisinde korumacılığın yükselişi ya da tersten bakarsak “küreselleşmenin düşüşü” tartışmaları üzerine gözlemlerime yer veriyorum. İlk yazıda, son yıllarda ABD’deki korumacı eğilimlerin arttığına ve bu artışın Çin’den gelen rekabetle olan ilişkisine değinmiştim. İlk yazının temel argümanı şu idi: “günümüz dünya sistemi eski hegemonik devletin gerilediği, yenisinin ise net olarak ortaya çıkamadığı bir ‘ara dönem’ görüntüsü veriyor”.

İkinci yazıda ise, ne oldu da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel ticaretin gelişimine önderlik eden ABD, günümüzde korumacı politikalara yöneldi sorusu üzerinde durdum. Bu yazıda da günümüzde ABD’de yükselen korumacı eğilimlerin, sermayenin uluslarasılaşması sürecinde bir geri çekilmeden çok, bunun maliyetlerinin mekânsal olarak nasıl bölüştürüleceği ve bu maliyetin hangi ülkelerdeki, hangi sınıflar tarafından üstlenileceği konularındaki belirsizlikten kaynaklandığını ileri sürdüm. Bu serinin üçüncü yazısında ilk yazıda değindiğim küresel “ara rejimin” özelliklerini ele alacağım.

24 Nisan 2017 Pazartesi

Rejimin yeni kıyafetleri ve ekonomik beklentiler

Şaibeli referandum sonrasında Türkiye ekonomisinin nereye yol alacağı konusunda çok keskin ifadeler kullanmak uygun görünmüyor. Buna karşın olağanüstü hal dönemindeki ekonomik önlemler ve yakın zamandaki gelişmelere bakarak gidişatı anlamlandırabiliriz.

23 Nisan 2017 Pazar

ABD Neden Korumacılığa Yöneliyor?

Geçen hafta, son G20 toplantısında iyice belirginleşen korumacılık eğilimlerinin tarihsel gelişimi ile ilgili bazı gözlemlere yer vermiştim. Korumacılığın yükselişi tartışmasını, tarihsel bağlam içinde değerlendirmenin önemine ve dünya ticaretindeki genişleme ve daralma dalgalarının dünya sistemindeki hakim devletin değişimine eşlik ettiğine işaret etmiştim. Bu yazıda, ne oldu da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel ticaretin gelişimine önderlik eden ABD, günümüzde korumacı politikalara yöneldi sorusu üzerinde duracağım.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Korumacılığın Yükselişi-I

21. yüzyılın başında, dünya ekonomik ve siyasal sistemi yeniden şekillenirken uluslararası gerilimler giderek tırmanıyor. Tırmanan gerilimler, bir yanıyla 2008 krizinin etkisinin sürmesinden ve geçen dokuz yıla rağmen hala bir türlü kuvvetli bir ekonomik toparlanmanın ortaya çıkmamasından kaynaklanıyor. Bir yanıyla da dünya ticaretinin genişleme hızının yavaşlamasından hatta bazı yıllarda görülen daralmadan. Konu oldukça kapsamlı, o nedenle okuyucuyu yormamak adına bu yazıda, geçtiğimiz ay Almanya’da yapılan G20 zirvesinden hareketle dünya ekonomisinde yükselen korumacılık eğilimine ilişkin bazı gözlemlere yer vereceğim. 

8 Nisan 2017 Cumartesi

Konut Hakkının Finansallaştırılması

Gayrımenkul sertifikalarının halka arzı geçtiğimiz hafta gerçekleşti ve sistem uygulamaya girdi. Bu Türkiye’de inşaat-finans bütünleşmesinin yeni bir aşaması olarak görülebilir. Ancak mesele, sistemin tanırım videolarında görüldüğü gibi tozpembe değil. Yaşanan, konut hakkının finansallaştırılması ve piyasa temelli konut edindirme modelinin krizidir.

7 Nisan 2017 Cuma

Mültecilerin Türkiye Ekonomisine Etkileri: Düzeltme ve Ekler


Geçen haftaki yazımda, mültecilerin Türkiye ekonomisine etkileri ile ilgili iki gözleme yer vermiştim. Bunlar (i) mültecilerin Türkiye’nin resmi nüfusundan sayılmaması nedeniyle kişi başına düşen milli gelir rakamının gerçekte olduğundan daha yüksek görünmesi ve (ii) mültecilerin Türkiye ekonomisinde bölgesel olarak da olsa enflasyonu aşağı çekici etkisi olduğu idi. Yazı sonrası gerek göç konusunda çalışan akademisyenlerden gerekse konu ile ilgilenen araştırmacılardan çok yararlı geri dönüşler aldım. Aşağıda, geçen haftaki yazımın devamı niteliğinde bir düzeltmeye ve iki yeni gözleme yer vereceğim. 

25 Mart 2017 Cumartesi

Göçmenlerin Türkiye Ekonomisine Etkileri

Son dönemde önce Almanya ardından da Hollanda ile yaşanan gerginlikler sonrası Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, mültecilerle ilgili Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yapılan geri kabul anlaşmasının askıya alınabileceği sinyalini verdi. Ancak İçişleri Bakanı daha açık sözlüydü: “Çok arzu ediyorsanız, bir Geri Gönderme Anlaşmamız var, isterseniz size göndermediğimiz her ay 15 bin mültecinin önünü açalım da aklınız bir şaşırsın”. Bu açıklama ile Türkiye, resmi ağızdan açıkça kendi ülkesinde sığınmacı olarak bulunan insanların aslında siyasi bir koz olarak da kullanılabileceğini ilan etmiş oldu. Bu pozisyonun insani, ahlaki ve siyasi değerlendirmesini yapmak şüphesiz önemli. Ancak bu yazıda, yeri geldiğinde uluslararası siyaset açısından bir koz olarak görülen sığınmacıların Türkiye ekonomisine etkileriyle ilgili iki gözleme yer vereceğim.

21 Mart 2017 Salı

20 yıl önce, 20 yıl sonra: Gözden kaçırılan yükümlülükler

Türkiye’de kamu borcu ve yükümlülükleri ile ilgili veriler ve raporları inceleyen bir araştırmacı devlet borçlanması kaynaklı bir kriz ya da istikrarsızlıkla karşılaşma ihtimalinin ortadan kalktığı yanılsamasına kapılabilir. Revizyona tabi tutulan Gayrisafi Yurtiçi Hasıla verilerine oranla borç stoku 2016 yılı 3. Çeyreğinde yüzde 27,4 olarak açıklandı. Hazine verilerine bakıldığında borç stokunun oransal olarak düşüşü 2016’da durmuş olsa da borç çevrimi sorunu çoktan ortadan kalkmış görünüyor. Borcun vade yapısının sağlamlığı yanında Hazine garantili kredilerin geri ödemelerinde de Hazinenin üstlendiği pay yok denecek kadar azalmış durumda.

17 Mart 2017 Cuma

6 Maddede Gayrimenkul Sertifikası Sistemi

Türkiye ekonomisi için inşaat sektörü her zaman önemliydi. Ancak 2001 krizinden sonra inşaat ile finans sektörü arasındaki bağların kuvvetlenmesi, 2001 sonrası ile öncesi arasında niteliksel bir farkın oluşmasına neden oldu. Daha önceki yazılarda, inşat-finans bütünleşmesinin dinamiklerine ve 2000’li yıllardaki temel doğrultunun kent mekanının finansallaştırılması olduğuna işaret etmiştim (ilgilenenlere şu yazılara bakılabilir: link1, link2).
Bu yazıda, geçtiğimiz hafta yapılan düzenleme ile uygulamaya geçen Gayrimenkul Sertifikası Sistemi’ne (GSS) odaklanacağım (GSS ile ilgili üç düzenleme var: ilki, ikincisi ve üçüncüsü). GSS, bir taşla altı kuş vurmayı amaçlıyor! Bu amaçların her biri, inşaat-finans bütünleşmesini kuvvetlendirecek yönde. Konuya ilgili yaptığı açıklamasında, TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan da bunu teyit ediyor: “gayrimenkul sertifikası ihracı sadece gayrimenkul sektörü değil finansal piyasalar için de önemli”. 

15 Mart 2017 Çarşamba

Sağ popülizm ekonomide ne vaat ediyor?

Geçtiğimiz yıl çok sayıda ülkede sağ popülist olarak nitelenen parti ve kişilerin siyaset sahnesinde yükselişini 2008-9 uluslararası finansal krizi ve dalgalarının bitmek bilmeyen gücüne bağlamak mümkün. Çöküş ve takip eden düşük büyüme, emek piyasasına dönemeyen milyonların öfkesi ve dönenlerin çalışma koşulları birlikte ele alındığında tepkisel bir siyasi söylemin güç kazanması için verimli bir zemin oluştuğunu görebiliyoruz. Sağ popülizmin, neoliberalizmin tahribatından faydalanarak bir seçmen bloku oluşturduğunu ancak dramatik değişiklikler ihtimalini güçlendirmekle birlikte zayıflıklarının bulunduğunu ileri sürüyorum. Ekonomi politikalarının piyasacılığı, ya da kemer sıkma karşıtlığını ulusal ekonomi savunusuna indirgemesi dünyanın farklı coğrafyalarında eşzamanlı görülen sağcı yükselişin de sınırlılığına işaret ediyor olabilir.

10 Mart 2017 Cuma

Küreselleşme, Sağ Popülizmin Yükselişi ve Sol

Liberaller, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı görüntüleri izlenirken küreselleşmenin nihai zaferini ilan ettiğinden emindiler. Oysa 1999’da ABD’nin Seattle kentinde yapılan Dünya Ticaret Örgütü toplantısına karşı geliştirilen itiraz, 1989’dan on yıl sonra, küreselleşmenin zaferinin çok da uzun ömürlü olmayacağını gösterdi. 1999’daki bu sert itirazdan on yıl sonra gerçekleşen küresel finansal kriz, işlerin hiç de düşünüldüğü gibi gitmediğinin işaretiydi. Küresel kriz konjonktürü sürerken 2016’da sağ popülizmlerin yükselişi ise küreselleşmenin daha yüksek sesle sorgulanmaya başladığını ilan ediyor.

7 Mart 2017 Salı

Göstergeler toparlanma diyor, ancak borç sorunu devam ediyor

Küresel finansal kriz sonrasında dünya basınının önde gelen kuruluşları aralıklarla felaketin tekrarlanabileceğine dair görüşler yayımladılar. Bu görüşlerin kapladığı yer, getiri oranı sıfırın altında olan tahvillere ilişkin 2016’daki tartışma sonrasında giderek azaldı. Dodd-Frank düzenlemelerindeki muhtemel revizyonların etkileri bilinemese de korumacılık, FED faiz artışı ihtimali ve bunun sonuçları ile Çin ekonomisindeki gelişmeler ve borsa rallileri 2017’de daha üst sıralara yükseldi.

Ancak akademi koridorlarında (Türkiye’den bahsetmiyorum!) ve uluslararası finansal kuruluşlarda yeniden kaynamaya başlayan devlet borcu tartışması ve yakın bir gelecekte olabileceklere ilişkin öngörüler daha az dikkat çekerek de olsa devam ediyor. Borç sorunu dendiğinde hem özel sektör ve hanehalkı borcu hem de devlet borçları akla gelir. Bu kısa değerlendirmeyi devlet borçları sorunuyla sınırlıyorum.

3 Mart 2017 Cuma

İstikrarın Ekonomi Politiği – II

Geçtiğimiz hafta, 1990’lı yıllarda ekonomik ve siyasal istikrarsızlıkların oluşmasına zemin oluşturan siyasal-iktisadi çerçevenin 2000’lerde değiştiğini yazmıştım. Bu değişim, 2000’lerde tek parti iktidarlarını mümkün kılan önemli bir etkendi. Yazıyı şu soruyla bitirmiştim: günümüzde hükümetlerin ekonomi politikalarını şekillendiren siyasal-iktisadi yapıda bir değişim yaşanıyor mu? Bu soruya vereceğimiz yanıtlar, gerek ekonomik gerekse siyasal gidişat için tahminde bulunabilme olanaklarımızı artırabilir. İlk yazıdaki parametrelerden hareketle bu düşünce akışını sürdürürsek, aşağıdaki üç gelişmeyi vurgulayabiliriz. 

24 Şubat 2017 Cuma

İstikrarın Ekonomi Politiği - I

90’lara dönüş tartışması farklı alanlarda bir süredir yapılıyor. Özellikle “siyasi istikrarsızlıkla” nitelenen koalisyon hükümetleri ile “istikrarla” özdeşleştirilen tek parti hükümetleri arasındaki farklar, bu tartışmalarda öne çıkarılarak vurgulanıyor. Ancak koalisyon hükümetlerini ya da tek parti iktidarlarını doğuran siyasal-iktisadi çerçeveye bu tartışmaların pek azında değiniliyor. Okuyucuyu yormaması için iki parça olarak formüle ettiğim bu yazının ilk kısmı aşağıda. Bu yazıda hükümetlerin ekonomi politikaları ve bu politikaları geliştirdikleri siyasal-iktisadi çerçeve bağlamında 2000’leri 1990’lardan ayıran üç özellik üzerinde durarak bir karşılaştırma yapacağım. 

19 Şubat 2017 Pazar

Varlık Fonu Ne Değil?

Bir haftadır, Türkiye Varlık Fonu (TVF) yeniden ekonomi gündeminin öncelikli tartışma konusu haline geldi. Fon üzerine söylenenler çeşitli. Bunun bir tür özelleştirme hamlesi olduğunu savunanlar da var, paralel hazine, hatta merkez bankası olduğunu savunanlar da, ya da batık şirketleri kurtarmak için kullanılabileceğine dikkat çekenler de. Görüşler bu kadarla sınırlı değil, Fon’un devletin finansallaşmasında yeni bir aşama olarak görülebileceği ya da bu sürecin siyasi rejim inşası ile ilişkilendirilebileceğini ileri sürenler de oldu. Bu tartışma sürecek, çünkü henüz Fon’un nasıl kullanılacağı, kapsamının ne olacağı, ne kadar büyüyeceği belli değil. Bunları uygulama ilerledikçe görüp değerlendireceğiz. Ancak net olan bir şey var: Türkiye Varlık Fonu, Türkiye’de ekonomi yönetiminin doğrultusunun neoliberal çerçevenin dışına çıktığının bir kanıtı değil. Bu argümanı desteklemek için tarihsel bir örneğe, 1960’ların başında iktisadi planlama kurulurken, ilk plancılar tarafından formüle edilen Devlet Yatırım Bankası örneğine başvuracağım. 

Trumponomics Uygulamada

Donald Trump başkanlığının ilk iki haftası oldukça çalkantılı geçti. İran’la gerginliğin tırmandırılmasından, yedi Müslüman ülkeden geleceklere ABD’nin kapılarının kapatılmasına ve buna karşı yükselen büyük gösterilere, medya ile yapılan kavgalardan, başkanlık kararnamelerini askıya alan yargı sistemine yönelik aşağılayıcı demeçlere kadar pek çok gelişme yaşandı. Bu yazıda Trump’ın ekonomi vaatleri arasında en önemlilerinden olan kuralsızlaştırma politikasının ilk adımını ele aldım.

6 Şubat 2017 Pazartesi

Türkiye Varlık Fonu: Yatırımların Finansmanı mı, Devlet Kaynaklarının Harcanması mı?

Türkiye Varlık Fonu 2016 yılında Ağustos ayında kuruldu. İlk olarak teklif şeklinde meclise gelen sonra tasarıya dönüştürülen kanun gerekçesi Türkiye’nin kalkınma hızının artırılması, çağdaş varlık yönetimi uygulamalarının Türkiye’ye aktarımına duyulan gereksinimdi. İslami finansman kullanımının yaygınlaşmasının istendiği açık bir şekilde amaç olarak belirtilmekteydi. Kalkınma amaçları doğrultusunda büyük altyapı projelerinin finansmanının kamu borcu artırılmadan sağlanması da temel bir gerekçeydi. Söz konusu vurgular kanunun amacına büyük oranda yansıdı ancak nihai metinde temel amaç “sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak” olarak parlatıldı.

#KrizNotları Canlı Yayın: Türkiye Varlık Fonu

6 Şubat akşamı saat 20:30'da Kriz Notları Youtube kanalında Türkiye Varlık Fonu'nu tartışıyoruz.


Türkiye Varlık Fonu: Ekonomik Beklentiler ve İhtimaller yayınımıza bekleriz

Tartışmaya katılmak, soru ve yorumlarınızı iletmek için Twitter üzerinden #KrizNotları etiketini kullanabilirsiniz

1 Şubat 2017 Çarşamba

Örtülü Faiz Artışı Sürüyor

Türkiye’deki ekonomik gidişat üzerine en son 11 Ocak’ta yazmıştım. Tekrara düşmemek için bu yazıda 11 Ocak ile 27 Ocak arasındaki gelişmelerle ilgili bir güncelleme yapacağım. Değişen şu: Dolardaki yükselişe, faizdeki yükseliş eşlik etmeye başladı!

25 Ocak 2017 Çarşamba

ILO Raporundan Hareketle 2017’de Emekçilerin Durumu

2008 finansal çöküşü sonrası dünya genelinde anlamlı bir ekonomik toparlanma yaşanmadı. Uluslararası Çalışma Örgüt’nün (ILO) son raporunda ekonomik durgunluğun emek piyasalarına yansımaları üzerinde durulmuş. ILO’nun 2017 yılı için dünya genelinde emekçilerin durumu ile ilgili üç temel gözlemi var: (i) İşsizlik artıyor, (ii) güvencesizlik sürüyor, (iii) “çalışan yoksulların” oranındaki azalma yavaşlıyor. Bu yazıda, dünya genelinde emeğin giderek kötüleşen çalışma koşullarının bazı sonuçları üzerinde durdum. 

24 Ocak 2017 Salı

Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığın farklı boyutları, beklentiler ve alternatifler

Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığın farklı boyutları var. Bu kısa değerlendirmede üç boyutu vurgulayacağım: Birincisi Türkiye ekonomisinin temel yapısal sıkışmışlığı olan sermaye girişlerine bağımlılık, ikincisi Türkiye’de yerleşik hal alan yatırımcı demokrasisinin etkileri, sonuncusu da 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidar çevrelerindeki politika tartışması ve alınan piyasacı önlemlerin sorunları derinleştirmesi. Kısacası istikrarsızlık yapısal reformlarda gecikmeden değil, piyasacılıkta ısrardan kaynaklanıyor.

18 Ocak 2017 Çarşamba

2017 Davos Zirvesi: Kapitalizmin Neoliberalizm ile Yüzleşmesi!

2016’daki dünya gündemi 2017’ye aktarılıyor, hatta sorunlar daha da yoğunlaşıyor. 17-20 Ocak 2017 tarihinde Davos’ta gerçekleştirilecek olan Dünya Ekonomik Forumu’nun (World Economic Forum, WEF) gündemine bakıldığında, küresel kapitalizmin liderleri de benzer düşünüyor! Davos’ta gündem; günümüz kapitalizminin, neoliberalizmin sonuçları ile yüzleşmesi. 

16 Ocak 2017 Pazartesi

Ekonomide Gidişat Nereye?

Geçen haftaki yazıya şöyle başlamıştım: “Artık adını koymak gerekiyor: Türkiye ekonomisi krizde ve krizin adı, stagflasyon”. Bu yazıda, yapısal unsurlardan ziyade güncel gelişmelere değineceğim. Zira güncel gelişmelerin temel tespitleri etkileyebilme potansiyeli olan bir dönemden geçiyoruz.

8 Ocak 2017 Pazar

5 Maddede Türkiye’nin Krizi


Artık adını koymak gerekiyor: Türkiye ekonomisi krizde ve krizin adı, stagflasyon. Yani, ekonomik durgunluk ile enflasyonun aynı anda yaşanması. Türkiye ekonomisi Ocak 2014 sonrasında da bu noktaya gelmişti ancak küresel konjonktürün etkisiyle kriz dinamikleri ötelenmişti. Uluslararası konjonktür Ocak 2017’de, 2014’tekinin tersine çalışıyor. Aşağıda beş madde ile gelişmeleri özetledim.

5 Ocak 2017 Perşembe

2017, 2016’yı Aratabilir!

Ekonomi yorumcularının kötümserler ve iyimserler olarak ikiye ayrıldığı, yaygın ama yüzeysel bir kanıdır. Bu kanının yüzeyselliği, iyimserlik ya da kötümserlik gibi pozisyonların değer yargılarından, sınıfsal konumlardan ya da yorumcunun ait olduğu düşünce okulundan bağımsız olarak geliştirildiğine inanılmasıdır. İflah olmaz kötümserler, çoğu zaman, naif iyimserlere göre daha yaratıcıdırlar. Ancak kişilerin geliştirdikleri fikirler ne kadar yaratıcı ya da özgün olursa olsun, toplumsal ve sınıfsal güç ilişkileri içerisindeki yerlerine göre tasnif edilirler. Genellikle hakim düşünce yapısı, diğerlerini “kötümser” olarak etiketler. Bunu yaparken de “bardağın boş tarafına bakılıyor” klişesini kullanırlar.  Kötümser-iyimser ikiliği çoğu zaman verimli bir tartışma ortamı sunmuyor. O nedenle ben gerçekçiliği, hatta eleştirel gerçekçiliği tercih ediyorum. Daha fazla uzatmadan konuya gireyim: meseleye eleştirel gerçekçilik perspektifinden bakıldığında görünen gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisi açısından 2017’nin, 2016’yı aratabileceği.