28 Aralık 2016 Çarşamba

Negatif Faiz, Elektronik Para ve Bilinmeyen Sular

2016 yılının en ilginç kitaplarından biri, Harvard Üniversitesi’nden iktisatçı Kenneth Rogoff’un The Curse of Cash (Nakit Paranın Laneti) kitabı idi. Kitabın ilginçliği, 2008 krizi sonrasında ortaya çıkan politika tepkileri sonucunda tıkanan para politikasına yeni bir boyut ekleme girişimi olmasından kaynaklanıyor. Kitap bu yazıdaki gibi kısa bir değini ile tüketilemeyecek kadar kapsamlı. O nedenle aşağıda konunun teknik yanlarına girmeden, mümkün olduğunca sadeleştirerek önemli bulduğum şu noktaya işaret etmeye çalışacağım: 2008 krizinin etkileri sürerken kapitalizmin tarihine daha önce deneyimlenmemiş ve bu nedenle de sonuçları henüz bilinmeyen bir bölgeye geçiliyor.

Tıkanma
2008 krizi pek çok boyutuyla yeterince tartışıldı, ancak kriz farkı boyutlarıyla sürdüğü için tartışma da canlı bir şekilde devam ediyor. Kriz sonrasında dünyanın önde gelen kapitalist merkezlerinde geliştirilen politika tepkisinin ana kulvarı, para politikasının kullanılarak finansal piyasaların ve finans aracılığıyla da yatırımların yeninden canlandırılmaya çalışılması oldu. Ancak bu çaba senkronize bir şekilde gerçekleşmedi. ABD’de çöküş sonrası hızla atılan adımlar, faizlerin sıfıra çekilmesi ve miktarsal genişleme programlarının ardı ardına uygulanması oldu ve uygulama sonlandı.
Avrupa’da, ana politika tepkisi kemer sıkma olarak şekillendi, ancak deflasyon riskinin giderek artmasıyla beraber 2015’te resmi olarak miktarsal genişleme programı devreye sokuldu. Japonya’da ise 2008 krizi öncesindeki uygulamaları bir kenara koyarsak, krizin derinleşmesiyle birlikte 2012’den itibaren miktarsal genişleme uygulanmaya başlandı ve halen sürüyor. Ancak 8 yıl sonra geldiğimiz nokta, gerek geleneksel (faizlerin sıfırlanması) gerekse geleneksel olmayan (merkez bankası bilançolarının genişlemesi ve miktarsal genişleme) para politikası araçlarının tükenmesi oldu. Bu noktadan sonra kapitalizm tarihinde, bilinmeyen sulara (unchartered territory) geçiliyor.


Negatif Faiz
Akla hemen, madem para politikası ile istenilen sonuçlar elde edilemiyor, neden maliye politikası devreye sokulmuyor sorusu gelebilir. Negatif faizi savunan görüşler, maliye politikasının uygulanmasının önündeki engelin yüksek kamu borçluluğu olduğunu ileri sürüyor. Yani bütçe açıkları yüksekse, yatırımları canlandırmak için yapılacak bir mali genişleme, bu sefer kamu borç krizleri ile sonuçlanabilir. Bu nedenle, maliye politikası kanalı kapalıdır, geleneksel para politikası ise işlevsizdir. O halde geriye, para politikasına yeni bir boyut ekleme seçeneği kalıyor. O boyut, faizin sadece pozitif alanda yukarı aşağı hareket etmesi yanında, negatif alana da geçebilmesi.
Ancak negatif faiz deneyi şimdilik oldukça sınırlı tutuluyor. Örneğin İsveç, İsviçre, Danimarka, Avro Bölgesi ve Japonya’da uygulanan negatif faizler -0.75’in altına henüz inilmedi. Bunun nedeni, faizlerin daha fazla inmesi durumunda buraya yatırılan paranın nakte dönme tehlikesi, yani hazine kağıtlarından ve banka hesaplarından çıkma riski (Rogoff, 2016, s. 123).
Bunun yanında negatif faiz, esas olarak bankalar ile merkez bankaları arasında gerçekleşiyor ve nakit paranın varlığında bankalar bu maliyeti müşterilerine yansıtmakta çekingen davranıyor. Çünkü eğer banka negatif faizin getirdiği maliyeti müşterilerine yansıtırsa bu, insanların bankalardaki tasarruflarını çekip yastık altında saklamasına neden olabilir. Yansıtmaması durumunda ise,  bu maliyeti bankacılık sistemi ödeyecektir ki zaten 2008’den beri bir türlü toparlanamayan finansal sistem için bu yeni bir çöküşe neden olabilir.


Elektronik Para
Tam da bu aşamada Rogoff, para politikası kanalında yaşanan bu tıkanıklığı aşmak için yaratıcı bir öneride bulunuyor: Nakit para kullanımı (aşamalı da olsa) terk edilerek tam elektronik para sistemine geçildiğinde, negatif faiz politikası etkin olarak uygulanabilir ve böylelikle para politikasına yeni bir boyut eklenmiş olur. Bu önerinin dayandığı mantığı basitçe şöyle açıklayabiliriz. Nakit para varlığını sürdürdükçe, faizlerin negatife düşmesinin bir sınırı var. Parayı evde (yastık altı) ya da banka dışı başka bir güvenli ortamda saklamanın maliyetinin, bankaya yatırma maliyeti altına düşmesi durumunda, insanlar ya da firmalar birikimlerini bankaya ya da hazine kağıtlarına yatırmaktan vazgeçebilir. Tersten söylersek, negatif faiz uygulaması ile paranın bankada durması cezalandırılır ve harcamaya-yatırıma dönmesi beklenir. Ancak nakit para varlığını sürdürdükçe, nakde dönme seçeneği negatif faizlerin etkin olarak işlemesini sınırlamaktadır.
Nakde dönme ihtimalinin gerçekleşmesi finansal sistem için köklü bir çöküş olurdu. Çünkü bu durumda finansal sistem kapalı bir sistem olmaktan çıkarak, sürekli dışarıya sızıntı veren bir havuz halini alacaktır. Tam elektronik para sistemi, havuzdan dışarıya sızıntı olma ihtimali ortadan kalkacağından, faizlerin negatif olması, harcamaların ve yatırımların artması için bir zorlama mekanizması haline gelecektir. Böylelikle krizden çıkış mümkün olacaktır. Dolayısıyla tam elektronik para sisteminde, para politikasının alanı genişler, faizler sadece yukarıya değil, aşağıya doğru da (negatif) hareket edebilir hale gelir. Bunu mümkün kılacak olan ise, havuzdaki kaçakların tıkanması, yani parayı sistemden çıkararak nakit olarak saklanması ihtimalinin ortadan kaldırılmasıdır.

Tam elektronik para önerisi, henüz bir düşünce egzersizi olma aşamasında. Böyle olsa da sonuçlarını düşündüğümüzde ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Nasıl altın standardından Bretton Woods sistemine geçiş, meta-paradan, maddi içeriğinden arınmış paraya geçiş süreci anlamına geldiyse, nakit paradan elektronik paraya geçiş de bunun bir benzeri olabilir. Benzerlik sadece maddi içeriğin ortadan kalkmasında değildir, hatta bu nakitten elektronik paraya geçerken önemsiz bir ayrıntı olacaktır. Daha önemlisi para politikasının tek boyutlu işleyen yapısına ikinci boyutu ekleme çabasıdır.

Sonrası
Rogoff’un önerisi parlak olsa da, Trump’ın seçilmesiyle ABD’de yatırımların ve büyümenin canlandırılması için yol, köprü, baraj ya da havaalanı yapımı gibi daha geleneksel yolların tercih edilmesi ihtimali arttı. Deyim yerindeyse Trump, Rogoff’unki gibi bir “neşter müdahalesi” yerine “balyoz hamlesi” öneriyor. Eğer 20 Ocak 2017’de, göreve başladıktan sonra Trump yönetimi ekonomik vaatlerini yerine getirebilirse, FED, geçtiğimiz hafta ilan ettiği gibi, faizi artıracak. Bu durumda henüz negatif faiz alanına geçmemiş olan ABD için bu uygulama bir süreliğine de olsa ortadan kalkacak. Ancak Avrupa ya da Japonya için bu durum henüz söz konusu değil. Ortaya çıkan sonuç ise, küresel düzeyde faizlerdeki kutuplaşmanın artması ve küresel finansal sistem için yeni gerilimlerin doğması olacaktır.

Sonlandırırken hatırlatmakta fayda var. Faiz yatırımlar için önemli bir değişken ancak tek değişken değil. Faizler kadar, hatta daha önemli olan kar beklentisi. Kar beklentisinin yüksek olmadığı bir ortamda bırakın negatif faizleri, yani tasarrufların bankada saklanmasının cezalandırılmasını, firmalara ucu açık çekler verilse dahi, yatırımların yeniden canlanması garanti değil. 




[1] Bu yazı daha önce 26.12.2016 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: