1 Kasım 2016 Salı

Borç yapılandırma ve taksit düzenlemeleri: Neden şimdi?

Eylül ayı sonunda hükümet bir önlem olarak kredi kartı taksit sınırlandırmasında ve ihtiyaç kredileri ile kredi kartı borç bakiyelerinin yapılandırılmasında yeni düzenlemelere gitti. Bu düzenlemeler ilk bakışta taksit sayısında sınırlandırma ve kart borçlarında asgari ödeme oranlarının yukarı çekilmesi gibi 2010-2013 yılları arasında alınan önlemlerle zıtlık sergiliyor. Düzenlemeler arasında yer alan unsurlardan, bankaların konut kredilerinde kredi tutarının, teminatın yüzde 80’ine varabilmesi konut piyasasında satışların düşüşü karşısında; borç bakiyelerinin 72 aya kadar taksitlendirilerek yapılandırılması da birikmiş borç nedeniyle iç tüketimin kısıtlanması karşısında sınırlı etkide bulunacak olsalar da şimdiden adım atıldığını gösteriyor.

Hükümet kısaca önümüzdeki aylarda hanehalklarının biraz daha borçlanabilmeleri ya da borçlarını çevirebilmeleri için, 2010-2011’de kredi çılgınlığı sırasında başlayan ve sonrasında devamı getirilen önlemlerle oynamaya başladı. Üstelik bunu ihtiyaç kredilerinin ve kredi kartlarının takibe dönüşme oranları halen düşük bir seviyedeyken gerçekleştirdi.

Hanehalkı borç verileri

Hükümetin bu tarz bir aracı yavaş yavaş devreye sokmasının arkasında düşük büyüme temposu ve artan işsizlik karşısında 2015 ortasından itibaren – IMF tarafından da – daha açık bir şekilde dillendirildiği üzere iç talep olanaklarının kullanılması tercihi var. Bu tercih finansal derinleşme ve içerilme stratejileriyle birlikte önümüzdeki dönemde Türkiye’deki hanehalkı borçlanmasının tekrar kıpırdanması anlamına gelebilir.

Hatırlanacağı üzere 2002 sonrasında hanehalkı borç miktarı krediye erişimin kolaylaşması ve kredi bağımlılığının artışı sonucu sürekli bir şekilde artmıştı. TCMB verilerine harcanabilir gelire oranla bakıldığında hanehalkı borcunun 2008-2009’da yerinde saydığı sonra tekrar arttığı görülüyor (Bkz. aşağıdaki tablo).

Hanehalkı borcunun harcanabilir gelire oranı faiz oranlarındaki düşüşün durması ve kısmen kredi kartı kullanımı ile taksit sınırlamalarının da etkisiyle 2013 sonrasında düşmüştü. Bu dönemde hanehalkı tasarruflarının harcanabilir gelire oranıysa (2003-2012 dönemindeki) büyük bir düşüşün ardından ancak küçük bir kıpırdanmayla yükseldiği düzey olan yüzde 9 civarında seyretmeye devam etti (TCMB, Finansal İstikrar Raporları). Bu oranın emeklilik sisteminde verilen prim katkısına karşın bir süredir yerinde saydığını ancak önümüzdeki yıllarda Türkiye’de piyasa finansının derinleştirilmesi çabalarına eşlik ederek artış göstereceğini söylemek mümkün.[i]

Verilerin anlamı nedir?

Dünya Bankası finansal içerilme endeksi oluşturma girişimi sonrası derlenen Türkiye’ye ilişkin borçlanma verileri (Global Findex veri tabanı), Türkiye’de finansal hizmetlere erişim konusunda hızlı bir dönüşümün söz konusu olduğunu anlatıyor. Ancak bu veriler borçlanma bakımından sınıfsal konuma göre bir ayrıştırma yapmaya izin vermiyor. Türkiye Bankalar Birliği verileri üzerindense (liberal iktisatçılardaki yaygın düşüncenin aksine) düşük gelirlilerin Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı altında artan oranda tüketici kredisi kullanımına yöneldiğini iddia etmek mümkün görünüyor.[ii]

Bu resme AKP döneminde artan esnekleştirmeyi ve reel asgari ücretin 2004-2013 arasında yerinde saymasını ekleyelim (DİSK-AR verileri). Karşımıza büyük oranda kentli, tüketim peşinde ancak borcu miktar olarak sürekli artan (harcanabilir gelire oranla da artma eğiliminde olan) bir çalışanlar ordusu çıkacaktır.

Bunun ötesinde gözlemlerde bulunmak da olasıdır: Türkiye’de son yıllarda (2008-9 uluslararası finansal krizi sonrası) finansal derinleşme süreci daha sistematik bir şekilde ele alınıp, sermaye piyasaları bu amaçla yeniden düzenlendi. Bu sürecin borç ve tasarruf oranlarına orta vadedeki etkilerinin bugünden kesin bir şekilde tarif edilmesi henüz mümkün değil. Ancak ilk göstergeler formel finansal sisteme erişimi artan hanehalklarının toplam borcunun da arttığını, tasarruf hesabı ya da yatırım fonlarının hacmindeki artışa nispeten hafife alınamayacak bir kredi bağımlılığının gözlemlendiğini belirtmeyi mümkün kılıyor.
Kısaca, veriler siyasal iktidarın eserini özetliyor: finansal sistemle daha fazla bütünleştirilen halk kesimleri, gelirler yerinde sayarken tüketim seviyelerini arttırmak ya da korumak için dahi olsa daha fazla borçlanıyor. Hayatın olağan akışının parçası haline getirilen işsizlik dönemleri ya da gelir düzensizlikleri, içinden çıkılamayan borç kapanları yaratıyor.  

Devlet müdahalesi ve devamı

Söz konusu borçlanma süreci, finansal sistemle eşitsiz bir ilişki içinde bulunan ancak aynı zamanda farklı eşitsiz konumları resmi söylemde “tüketici” olarak eşitlenen toplumsal kesimlerin kredi kullanımının dertsiz tasasız olmayacağının da işareti. Kredi mekanizması sorunları geleceğe erteleyebilse ve üretim alanındaki çelişkileri başka alanlara kaydırma olanakları sunsa da, kredinin kaynağına geri dönüp ödenmesi zorunluluğu (ve bunun gerçekleşmemesinin yarattığı kriz dinamikleri) sürekli müdahalelere kapı açıyor.

Eylül ayı sonundaki yönetmelik değişiklikleri, aynen 2010-2013 dönemindekiler gibi, bu müdahalelerden bir demet. Daha önce düzenlemelerdeki kredi genişlemesini yavaşlatma derdinin yerini bu dönemde borçların yapılandırılması, çevrilebilmesi ve daha fazla borçlanılabilmesi kaygısının alması ve takibe dönüşüm oranları bu kadar düşükken düzenlemelerin yapılması Türkiye ekonomisinin pek de geçici olmayan bir yavaşlama sürecine girdiği düşüncesinin iktidar çevrelerinde de güç kazandığının işaretidir.

Bu müdahalelerin sıklaşmasını beklemek yerindedir. Türkiye’nin dış politika şahinliklerinden, içeride berkitilen baskı ortamına kadar birçok uygulamayı bu perspektifle ilişkilendirerek de ele almak gerekmektedir. 


** Bu yazı politikyol.com sitesinde 1 Kasım 2016'da yayımlanmıştır.




[i] Bu artış, artışın mekanizmaları ve finansal piyasalara etkisi, yapılacak düzenlemelere göre değişiklik gösterecektir. Piyasa finansı mekanizmalarının desteklenmesi ve sermaye piyasalarının derinleşmesi sürecinde “yatırımcı” konumu edinebilen kesimler ya da sürekli olarak bireysel emeklilik sistemine (BES) katkıda bulunabilen kesimler Türkiye toplumunun azınlığını oluştursa da bireysel emeklilik sistemine çalışanların dâhil edilmesini zorunlu kılan yasal değişikliğin etkisi ancak 2017 yılsonundan itibaren netleşecektir. Üstelik BES fonlarının işletilmesi ve kullanımı da Türkiye’de hem piyasa finansının derinleşme sürecine hem de bireysel borçlanmanın seyrine etkide bulunacaktır. Biriken fonların kamu yatırımlarında kullanılması ve devlet katkısının hesaplanma ve bireysel hesaplara aktarım yöntemindeki farklılıklar da uzun vadede devlet borçlanması dinamiklerine etkide bulunacaktır.

[ii] Bu konuda derli toplu bir döküm için Karaçimen, E. (2015) “Tüketici Kredisinin Ekonomi Politiği: Türkiye Üzerine bir Değerlendirme”, Praksis 38.’e ya da yazarın diğer çalışmalarına bakılabilir.