13 Ekim 2016 Perşembe

G7 Zirvesi ve Arkwright’ın Mirası: Kapitalizmin Kalbi Tekliyor Mu?

Express'in 144. sayısında yer alan yazıyı, Kriz Notları okuyucusunun da dikkatini çekebileceği düşüncesiyle aşağıda paylaşıyorum. 
Yazının künyesi şu: Ü. Akçay, (2016) “G7 Zirvesi ve Çatallanan Yollar”, Express, (144): 40-41.

İyi okumalar.

***

Mayıs ayında dünya ekonomisi açısından iki kritik gelişme oldu. İlki 26-27 Mayıs’ta Japonya’da G7 zirvesinin 42.’sinin toplanmasıydı. Zirveye damgasını vuran temel konu küresel ekonominin giderek kötüleşen seyri idi. Hatta Japonya başbakanı Abe, küresel ekonominin yeni bir Lehman Brothers çöküşünün eşiğinde olabileceğini ileri sürdü. Mayıs ayındaki bir diğer önemli gelişme OECD tarafından yayımlanan küresel üretkenlik raporu idi. Rapora göre 1970’li yıllardan itibaren erken kapitalistleşmiş ülkelerde üretkenlik artış hızı düşüyor! Bu yazıda öncelikle G7 zirvesi ışığında küresel krizdeki güncel gelişmeleri ve merkez ülkelerde çatallaşmaya başlayan politika tepkilerini değerlendirip, ardından kapitalizmin tılsımlı gücü olan üretkenlik artışında yaşanan tıkanıklıklara krizin derinleşmesi bağlamında değineceğim.

G7 Zirvesi: Çelişkiler Keskinleşiyor!
Geçtiğimiz Mayıs’ın son haftasında G-7 zirvesi Japonya’da toplandı. ABD, Almanya, İngiltere, Kanada, İtalya, Fransa ve Japonya ülkelerinden oluşan G-7 zirvesinin temel gündem maddesi dünya genelinde ekonomik canlanmanın nasıl sağlanacağı oldu. Zenginler kulübü G7’yi dünya ekonomisi hakkında bu kadar endişeye sevk eden unsur, 2008’de patlak veren küresel ekonomik krizin bir türlü geride bırakılamamış olması yatıyor. Express-141’de kriz sonrası dünya ekonomisindeki gelişmeleri ana hatlarıyla özetlemeye çalışmıştım.[1] Burada dikkat çekmek istediğim husus, kriz sonrasında krizden çıkış için uygulanan ekonomi politikasının (neoliberal paket) kriz öncesiyle bir değişim göstermeden devam etmesine karşın, G7 içinde önerilen ekonomi politikalarında 2016 itibariyle yavaş yavaş bir çatallaşmanın başladığıdır. Çatallaşma ile ekonomi politikalarında radikal bir dönüşüm ya da esaslı bir kulvar değişikliği yaşandığı imasında bulunmuyorum. Ancak neoliberal paketin su sızdırmaz özelliğinin giderek aşındığına ve krizin somut ilerleyişinin mevcut paketi zorlayıcı yönde şekillenebileceğine işaret etmek istiyorum.




Sağ Kanat Kemer Sıkma Bloğu
Kriz sonrasında en hızlı politika tepkisini veren ABD’deki ekonomi politikaları üç aşamalı gerçekleşti. Firma kurtarmaları, faiz indirimine ve parasal genişleme krizden çıkış için hızlıca uygulandı. Özellikle işsizlik oranındaki düşüşte hem istihdamın daralması hem de düşük ücretli ve sözleşmeli işlerin çoğalması etkili oldu.
ABD’den farklı olarak, başını Almanya’nın çektiği “kemer sıkma bloğu”, ekonomi politikalarındaki mevcut çatallaşmanın bir boyutunu oluşturuyor. Esasında kemer sıkma tedbirleri neoliberal ekonomi politikalarının asli unsurlarından biri ve 2008 sonrasında da bu özelliğini yitirmedi. Ancak G7’de Almanya’nın başını çektiği blok[2], Avrupa’da neoliberal deneyin aşırı uçlarını hayata geçirmeye çalışıyor.
Gerçekten de, örneğin Yunanistan’a önerilen krizden çıkış tedbirlerine bakıldığında, bunların gerek teknik düzeyde, gerekse makroekonomik anlamda Yunanistan’ı krizden çıkaracak ekonomik büyümenin yeniden canlandırılmasını sağlayacak bir çerçeve önermediğini görebiliriz. O halde başta Yunanistan olmak üzere, borçlu Güney Avrupa ülkelerine dayatılan bu kemer sıkma programının anlamı nedir? Neden krizden çıkış için bir umut ışığı uyandırmamasına rağmen kemer sıkma politikaları uygulanmaya devam ediyor? Troyka programının uygulanmasının nedeni, Alman sermaye bloğunun tüm Avrupa emekçilerini disipline etme iradesidir.[3] Bu anlamda Almanya, İngiltere ile birlikte G7 içinde ABD’den farklı olarak kemer sıkma programını obsesif bir şekilde savunan bir sağ kanat bloğu oluşturmaktadır.  

Pragmatik Genişlemeci Blok
Mevcut çatallaşmanın diğer ucu Japonya tarafından temsil ediliyor.  Japonya başbakanı Abe, G7 zirvesinde yaptığı açıklamalarda dünya ekonomisindeki gelişmelerin kritik bir aşamaya geldiğini vurgulayarak emtia fiyatlarının Haziran 2014-Ocak 2016 arasında yüzde 55 düştüğünü ve bunun Lehman Brothers'ın çökmesinin öncesindeki dönem olan Temmuz 2008 - Şubat 2009'da aynı olduğunu söyledi.[4] Abe, krizden çıkış için parasal genişlemenin devamının ve buna ek olarak maliye politikasının da devreye girmesi gerektiğinin altını çizdi.[5] Japonya gibi, Kanda ticaret bakanı Chrystia Freeland da, Kanada’nın kemer sıkma politikalarının değil ekonomik büyüme için yatırımların artırılmasının yanında olduklarını açıkladı.

IMF, Kemer Sıkma Bloğundan Uzaklaşıyor Mu?
Geçtiğimiz Şubat ayında Çin’in Shanghai kentinde yapılan G20 toplantısına damgasını vuran gelişme, IMF’in önerdiği mali genişleme programının reddedilmesi olmuştu.[6] IMF'e göre küresel büyümenin yeniden canlandırılabilmesi için para politikasında genişleyici araçların kullanılması gereklidir. Ancak bilindiği gibi para politikası ile yapılabileceklerin sonuna gelinmiş durumda. Merkez bankalarının barutu giderek tükeniyorsa, alet kutusunda geriye maliye politikası kalıyor. IMF'ye göre maliye politikası, para politikasının istenen sonuçları verebilmesi için destekleyici olmalı. Özellikle bütçesi çok kötü durumda olmayan (mali alanı bulunan) ülkeler kamu harcamalarını artırmakta tereddüt etmemeli. IMF’in önerdiği bu çerçeve G20 zirvesinde özellikle Almanya’nın başını çektiği sağ kanat kemer sıkma bloğu tarafından reddedilmişti.
IMF ve Almanya’nın yakın dönemdeki ikinci karşılaşması, Yunanistan’ın yeni borç diliminin serbest bırakılması için yapılan görüşmeler sırasında gerçekleşti. Orada da IMF, Yunanistan’daki ekonomik toparlanmanın gerçekçi olabilmesi için borcun yeniden yapılandırılmasının kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Son olarak Mayıs’ın son haftası, IMF’in en önemli yayın organlarından biri olan Finance & Development dergisinde, başta sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi gibi neoliberal politikaların ekonomik büyümeyi sağlamaktan çok eşitsizlikleri artırdığı ve istikrarlı genişleme sürecini kötüleştirdiği ileri sürülmüştür.[7]

Yapısal Sorunlar Büyüyor
Kısacası, küresel kriz derinleştikçe, politika tepkisinin neoliberal doğrultusu değişmese de, bazı sapma işaretleri belirmeye başlıyor. Bu işaretleri dikkatle izlemek gerekiyor ancak köklü bir değişim ancak sınıfsal güç dengelerinin değişimi ile mümkün. G7 ülkeleri arasında krizle baş etme konusundaki öneriler farklılaşmaya başlasa bile, bu öneriler yaşadıkları ortak sorunlara çözüm getirecek nitelikte değil.[8] Bu yapısal sorunların başında ise emek üretkenliğindeki gelişmenin artış hızında yaşanan yavaşlama geliyor. Bildiğiniz gibi ekonomik büyümenin teknolojik gelişmelerin getirdiği olanaklarla hızlanarak artması ya da üretici güçlerin gelişimi, kapitalist gelişmenin kalbinde yatan özelliklerdi. Emek üretkenliğinin artış hızındaki yavaşlama, kapitalizmin “kalbinin teklemesi” anlamına geliyor olabilir.




Arkwright’ın Mirası
Oysa hikâye ilham verici bir şekilde başlamıştı! 18. yüzyılın ikinci yarısında Büyük Britanya’nın Manchester kentinde yaşayan Richard Arkwright,  modern fabrika sisteminin doğuşunda ve sanayi devriminin gelişiminde kritik bir isim olarak bilinir. 13 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1732’de dünyaya gelen Arkwright berberlik yaparak hayatını sürdürürken, kurduğu iplik eğirme fabrikasıyla yeni bir çağın kapısını aralamış oldu. Kapital’in Birinci Cildinde Marks, Arkwright’ın kurduğu iplik eğirme mekanizması ile James Watt’ın geliştirdiği buhar makinesinin birleşmesiyle emek üretkenliğinde muazzam artışların yaşandığını kaydeder.[9]
Kapitalist üretim ilişkilerin gelişmesiyle beraber, emek üretkenliğindeki artışlar - ya da aynı anlama gelmek üzere teknolojik gelişim - Arkwright gibi icatçıların bireysel kabiliyetlerine bırakılmaz. Hatta kapitalist üretimi kendinden önceki üretim sistemlerinden ayıran temel özelliklerden biri emek üretkenliğindeki artışın sistematik hale gelmesidir. Sistemin sürekli teknolojik gelişmeleri teşvik eden doğası ise, işleyiş mekanizmalarından kaynaklanır.

Kapitalist Gelişme ve Kriz
Bu mekanizma basitçe şöyle işler. Bireysel kapitalistler arasındaki rekabet, her bir işletmeyi rakiplerine göre daha verimli çalışmaya zorlar. Bu verimlilik iki alanda hayata geçer. İlki, emek üretkenliğini artıracak teknolojik gelişmelerin üretime uygulanması, ikincisi de çalışanların daha yoğun çalıştırılması. Her iki uygulamanın da amacı tektir: diğer firmalara göre daha fazla kar etmek. Bu çerçevede, çalışanların daha yoğun çalıştırılmasının fiziksel bir sınırı olduğuna göre ilk seçenek, gerek kar etme faaliyetinin gerekse de kapitalist gelişmenin tam kalbinde yer alır. Dolayısıyla “... aynı sayıda işçinin, daha fazla makine ve genellikle daha çok sabit sermaye kullanması sayesinde aynı sürede, yani daha az emekle, gitgide artan miktarda ham ve yardımcı maddeleri ürüne çevirmesi” anlamına gelen emeğin toplumsal üretkenliğindeki artış[10], kapitalist gelişmenin üzerinde yükseldiği temeldir. Emek üretkenliğinin sürekli artırılması zorunluluğu, aynı zamanda teknolojik gelişmelerin hızlanmasının da temel tetikleyici unsudur.
Ancak yukarıda kısaca özetlediğim mekanizmanın işleyişi, kapitalist gelişmenin olduğu kadar kapitalist krizlerin de işleyiş mekanizmasıdır. Nedeni şu basit gerçeğe dayanır: Kapitalist üretimde değerin kaynağı makineler değil emek gücüdür. Mekanizmanın işleyişine dönersek, kapitalistler rakiplerinin önüne geçebilmek için, elde ettikleri artı değerin giderek daha fazla bir kısmını emek verimliliğini artıracak yatırımlara yönlendirirler. Bunun sonucunda bir yandan emek üretkenliğinde muazzam artışlar yaşanır, diğer yandan da ortaya çıkan metadaki canlı emek miktarı giderek azalır. Yani daha az bir emek miktarıyla daha çok üretim aracı kitlesinin harekete geçirilebilmesi sonucunda, ortaya çıkan her bir meta “daha az canlı emek emer”[11]. Bu sayede ucuzlayan metalar, rakipleriyle mücadele eden kapitalistler için önemli bir avantaj oluştururken, metaların daha az değer muhteva ediyor olması, kar oranlarında düşmelere neden olabilir.

Üretkenlik Krizi Mi?
Kapitalist gelişme ve kriz dinamiklerinin işleyiş mekanizmasına dair yukarıda yaptığım özet ışığında güncel verilere bakmak, küresel krizdeki gelişmeleri anlayabilmek için yararlı olabilir. Geçtiğimiz ay OECD[12] ve Conference Board[13] adlı düşünce kuruluşu ayrı ayrı ama ikisi de üretkenlik konusunda dikkate değer raporlar yayınladılar. Raporların ortak noktası, merkez kapitalist ülkelerde emek üretkenliğinin artış hızının düşüyor olmasıdır.[14]


Kaynak: OECD veri tabanı, Erişim: http://goo.gl/cItuH2

OECD raporunun temel bulguları, gerek erken gerekse geç kapitalistleşen ülkelerde emek üretkenliğinin artış hızının 1970’lerden itibaren azalma trendinde olduğunu gösteriyor. Özel olarak üç önemli kapitalist merkezdeki (ABD, Almanya ve Japonya’daki) emek üretkenliği artış trendlerini gösteren grafiğe baktığımızda, ABD için neoliberal paketin hayata geçtiği 1980’li yıllardan kabaca 2000’lerin ortalarına kadar emek üretkenliğindeki artışın yönünün yukarı olduğu, ancak bunun 2008 krizi sonrasında trendin yönünün aşağı döndüğünü görebiliriz. Almanya ve Japonya’daki trendler ise 2000’ler boyunca artış hızının gerilediğini gösteriyor. Literatürde farklı şekillerde tartışılan bu üretkenlik artış hızındaki yavaşlama sürecini tüm boyutlarıyla ele almak bu yazının konusu değil. Ancak bu verileri, yukarıda kısaca özetlediğim kapitalist gelişme ve kriz teorisi ışığında değerlendirdiğimizde üç temel gelişmeye işaret edebiliriz[15]:
İlki, emek üretkenliğindeki artışların, genellikle, kar oranlarındaki düşme eğilimini destekleyen dinamiklerden olmasıdır. Bu çerçevede OECD verilerinde görülen emek üretkenliğinin artış hızının azalması, halen kar oranlarının düşme eğilimini destekleyen bir dinamik olarak işlemeye devam edecektir. Ancak bu süreçte emeğin denetimi ve reel ücretlerdeki artış hızının baskı altına alınması, kar oranlarının düşmesine karşı eğilim olarak çalışmıştır.
İkincisi, emek üretkenliğindeki artış hızının azalması, sabit sermaye yatırımlarının tempo kaybetmesiyle bağlantılandırılabilir ki bu da krizin derinleşmesinin bir göstergesidir. Özellikle erken kapitalistleşmiş ülkelerde ekonomik büyümenin ortalama olarak 1970’li yıllardan itibaren azalmayı sürdürdüğünü göz önüne alırsak, üretkenlik artış hızındaki yavaşlamayı daha iyi anlayabiliriz.
Son olarak, emek üretkenliğindeki artışın yavaşlaması, (i) sermayenin bir yandan değişken sermaye miktarını azaltma çabası, (ii) diğer yandan da kar oranlarının düşmesini engelleme yönündeki uğraşı nedeniyle gelişen finansallaşma sürecinin sonuçlarından biri olarak gerçekleşiyor olabilir.

Sonuç: Küresel Kriz Derinleşiyor
Bu kısa değerlendirmeden çıkan temel sonuç, 2016’nın ilk yarısı itibariyle küresel ekonomik krizin geride kaldığını söylemenin mümkün olmadığı, aksine kapitalist üretim sisteminin kendi tarihi içindeki en esaslı krizlerinden birinin içinden geçiyor olduğumuzdur. Kriz sonrasındaki ana doğrultunun “daha fazla neoliberalizm” olarak şekillenmesi, kriz sürecinde dünya genelinde sınıflar arasındaki güç dengesinin emekçi sınıflar aleyhine olmasının bir sonucu olarak gerçekleşti. Bu temel değişmeden, ekonomi politikalarında köklü değişimler beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ancak krizin derinleşmesiyle birlikte G7’de ortaya çıkan çatallaşma, erken kapitalistleşen ülkelerin krizin gidişatını senkronize ve birbirleriyle uyumlu olarak yönetebilme kapasitelerinin giderek azaldığını gözler önüne seriyor.




[1]   Ü. Akçay, (2015) “2016’da Dünya ve Türkiye: İstikrarsızlıkta İstikrar”, Express, (141): 38-40.
[2] Patrick Donahue ve Josh Wingrove (2016) “Merkel’s Austerity Allies Dwindle as Trudeau Debuts at G-7” Bloomberg, 26.05.2016,  Erişim: http://goo.gl/zxk9uf
[3] Ümit Akçay, (2016) “Yunanistan Aynasında Avrupa’nın Krizi ve Emperyalizm”, Der. Ahmet Bekmen ve Barış Alp Özden, Emperyalizm: Teori ve Güncel Tartışmalar, İstanbul: Habitus Yayınları.
[4] Isabel Reynolds ve Maiko Takahashi (2016) “Abe Invokes Lehman Crisis Comparisons at G-7 Economic Talks”, Bloomberg, 26.05.2016,  Erişim: http://goo.gl/lqWQUF
[5] Robin Harding ve Hiroyuki Akita (2016) “Abe seeks stimulus for world economy”, Financal Times, 25.05.2016, Erişim: https://goo.gl/zdiZ1q
[6] Ümit Akçay, (2016) “G20 Shanghai Zirvesi: IMF Planının Reddi ve Tükenen Seçenekler”, Kriz Notları, 28.02.2016, Erişim: http://goo.gl/Mhw8ZF
[7] Jonathan D. Ostry, Prakash Loungani, ve Davide Furceri (2016) “Neoliberalism: Oversold?”, Finance & Development, 53(2). Erişim: http://goo.gl/MNJ7L0
[8] Michael Robert (2016) “G7 Economies in Trouble”, Michael Robert’s Blog, 26.05.2016, Erişim: https://goo.gl/nQgK5y
[9] Karl Marks (2004) Kapital Birinci Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, 7. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 15. Bölüm: Makine ve Büyük Sanayi.
[10] Karl Marks, (2006) Kapital Üçüncü Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, s. 189.
[11] Age. s. 200.
[12] OECD (2016) OECD Compendium of Productivity Indicators 2016, Erişim: http://goo.gl/Gbrjw9
[13] The Conference Board, Erişim: https://www.conference-board.org/, ayrıca raporun haberleştirilmiş hali için bkz: Sam Fleming and Chris Giles (2016) “US productivity slips for first time in three decades” Financial Times, 26.05.2016, Erişim:  https://goo.gl/tAfJpu
[14] Üretkenlik ile ilgili ölçümlerin nasıl yapılması gerektiği konusu, gerek ana akım iktisat içinde gerekse ana akım iktisat ile Marksist iktisat arasında tartışma konusu. Marksist analiz kategorilerinin operasyonel hale getirilmesi için bkz: Anwar Shaikh ve E. Ahmet Tonak (2012) Milletlerin Zenginliğinin Ölçülmesi, Ankara: Yordam Yayınları.
[15] Bu üç değerlendirme, sırasıyla Prof.  Dr. Ahmet Tonak, Doç. Dr. Özgür Öztürk ve Dr. Ali Rıza Güngen ile yaptığım görüş alışverişlerinde onların işaret ettiği noktaları yansıtmaktadır.